TABU, PALU VE TOPLUM
Yakın
zamanda Türkiye’nin gündemini meşgul eden bir hadiseye şahit olduk. “Palu”
soyismine sahip ailenin yaşadıkları Türk toplumu tarafından merakla takip
edildi. Bu takibatın arkasındaki dürtü nedir? Böylesine şüyuu vukuundan beter
hadislerin toplum huzurunda tartışılması neden toplumun ilgisini bu kadar
çekmektedir? Bu nevi sorular aklımı
kurcaladı. Ben de düşündüklerimi, birbiri arasında bağlantı kurabildiklerimi bu
başlık altında toplayarak görünür hâle getirmeyi hedefliyorum.
Palu
ailesini Türkiye “Müge Anlı ile Tatlı Sert” isimli programda tanıdı[1]. Palu
ailesinin yaşadıkları bu yazının kapsamında değildir. Programları izleme
fırsatı bulamayan bir kişi olarak ayrıntılarına vakıf da değilim zaten. Ancak
dışarıdan takip edebildiğim kadarıyla TCK 81 (kasten öldürme), TCK 86 (kasten
yaralama), TCK 96 (eziyet), TCK 102 (cinsel saldırı), TCK 103 (cinsel
istismar), TCK 106 (tehdit), TCK 108 (cebir), TCK 109 (kişiyi hürriyetinden
yoksun kılma), TCK 157 (dolandırıcılık), TCK 230 vd suçlar (aile düzenine karşı
suçlar) başta olmak üzere saymadığımız daha birçok suç olay kapsamında gündeme
gelmektedir. Olayın henüz yeni gündeme geldiği ve daha yaygınlaşmadığı
sıralarda denk geldiğim bir ekşisözlük yazısını Facebook profilimde paylaşıp dinî
duygularla sömürünün hangi boyutlara ulaşabildiğini tartışmıştım. Yazımızın
konusu bu da olmayacaktır. Palu ailesi ve yaptıkları bizi şuan için
ilgilendirmemektedir. Yazımızın çerçevesi toplumumuzun bu aileye olan ilgisi
etrafında şekillenecektir.
Evvelce
“Avukat Tabusu” isimli bir blog yazısı kaleme almış, bu yazıyı Tahtapod.com’da
ve şahsî bloğumda yayınlamıştım. Mezkûr yazıda avukatlar üzerindeki kötü
algının kaynağı olarak Freud’un “Tabu ve Totem” isimli kitabıyla bazı
bağlantılar kurmaya çalışmıştım. Bu yazımızda da aynı kaynağa atıf yaparak
toplumumuzun bu kadar iğrençliğin olduğu bir olaya neden bu kadar ilgi
duyduğunu anlamlandırmaya çalışacağız.
Tabunun
Kökeni
Freud
tabuların kökenine ilişkin olarak çok önemli olan şu tespiti yapmaktadır: “herhangi bir nedenle korku uyandıran ya da
tekin olmayan şeyler kural olarak tabu kapsamına girer”[2].
Tabunun kökeni şeytanî güçlerin etkisinden duyulan korku olup zamanla şeytanîlik
ayrılmış, tabu başlı başına çekinilip korkulan şey olma hüviyetine kavuşmuştur[3]. Freud’a
göre tabular çok ama çok eski yasaklar olup dilden dile aktarılarak tabu hâline
gelmişlerdir[4]. Tabu kişinin bilinçdışında
büyük bir çelişki yaratmakta; kişi yasağı çiğnemeye büyük bir iştiyak duyarken
aynı zamanda bundan korkmaktadır da[5]. Korku
isteğe baskın gelmekte, istek bilinçdışına itilmekte ancak varlığını burada
sürdürmeye devam etmektedir. Freud şöyle bir örnek veriyor:
"Örneğin, tipik bir vaka olan temas fobisinin
klinik öyküsü şöyledir; çocukluk döneminin en başlarında beklenebileceğinden
çok daha geniş ölçüde ayrımlaşmış güçlü bir dokunma arzusu kendini açığa
vurmuş, ama dışarıdan böyle bir arzunun gerçekleştirilmesine yönelik bir yasak
sesini duyurmakta gecikmemiştir. Yasağın ister istemez sözü dinlenmiştir, çünkü
içte hatırı sayılır güçlere arkasını dayayan yasak, dokunmayla kendini açığa
vurmak isteyen içtepiden daha baskın çıkmıştır. Ama yasak çocuğun ruhsal
bakımdan yeterince gelişememiş olması nedeniyle içtepiyi ortadan kaldıramamış,
tek başarısı içtepiyi, yani dokunma arzusunu bilinçdışına itmek olmuştur"[6].
Freud’un vermiş olduğu bu örnek
fobilerin kökeni olarak tabuların kaynağına ilişkin bize önemli bilgiler
vermektedir.
Ancak Freud’un tespitleri bunlarla
sınırlı değildir. Tabu yukarıda ifade edildiği üzere kişinin bilinçdışında
yaşamakta olan bir arzusuna bilincin verdiği şiddetli yasaklama tepkisidir.
Kişi tabuya ilgi ve istek beslemektedir; fakat gerek iç sebeplerle (örneğin
vicdan), gerekse dış sebeplerle (kanunlar, ahlak kuralları) isteğini
gerçekleştirememektedir. Bir kişinin yasağı çiğnemesi ile yasak, yasak olan
fiilden bir nesneye ya da kişiye aktarılmaktadır. Bunun sebebi basittir, “anımasatma”[7].
Yasağı çiğneyen kişi yahut yasağın deşilmesinde kullanılan nesne yasağın deşilebildiğini
anımsatmakta, her an o kişinin yasağa olan arzusunu kamçılamaktadır. Bu durum
tabiatıyla kişinin tabu nesnesine ilgi beslemesine sebep olmaktadır. Tabuyu
aşıp tabu hâline gelen kişi, diğer insanlar üzerinde Freud’un tabiriyle “kıskançlık” yaratır. “Öyle ya, başkalarına yasaklanan şey, neden
ona yasak değildir?”[8]
Tabu
ve Toplum
Toplumlar bir takım kurallara sahiptir.
Bunlara “toplum düzeni kuralları” denmektedir[9].
Bu kuralların ilk akla gelenleri ahlak kuralları, din kuralları, örf âdet
kuralları, görgü kuralları ve hukuk kurallarıdır. Saydığımız tüm bu kurallar
kişiyi dıştan çevreleyen, toplum tarafından kişiye baskı yapılan kurallardır.
Bu kuralların dışına çıkılması durumunda kişiye toplum tarafından yaptırım
uygulanır. Örneğin bir ahlak kuralına uyulmaması durumunda kişi ayıplanır,
belki kişiyle ilişki kesilir. Yine din kuralına uyulmaması durumunda kişiye
ahirette verileceğine inanılan ilahî yaptırım yanı sıra toplum tarafından da
cemaatten atma yaptırımı, ailevi ilişkileri kesme yaptırımı, kız vermeme
yaptırımı uygulanabildiği gibi hukuk ve din kurallarının birleştiği toplumlarda
idam cezası, celde cezaları uygulanabilmektedir. Hukuk kurallarına uymamanın
yaptırımları ise hapis, para cezası, tedbir gibi cezaî; yokluk, iptal
edilebilirlik gibi hukukî; uyarma, kınama gibi idarî yaptırımlardır. Tüm bu
yaptırım tehditleri kişiyi kurala uymaya zorlamaktadır.
Toplumdan gelen bu tehditler yanında
aynı zamanda kişinin içinde “vicdan” dediğimiz bir dürtü de kişiyi tabudan uzak
tutmaya çalışmaktadır. Vicdanın kökenine dair yapılan felsefî tartışmalar
yazımızın konusu değildir. Ancak görülmektedir ki kişi dış ve iç birçok
yaptırım kaynağıyla disipline edilmeye çalışılmaktadır.
Freud tabu fikrini kişilerin kötülüğe
(yasak olana) olan arzusu üzerine inşa etmiştir. Aslında bu da tartışmaya
açıktır. İnsan tabiatı itibariyle Rousseau’nun dediği gibi iyiliğe mi, yoksa
Kant’ın dediği gibi kötülüğe mi eğilimlidir[10]? Kişi
İslâm fıtratı üzerine mi, yoksa ilk günahın lekesiyle mi doğar? Bunlar bin
yıllık mevzulardır, hâlen çözülebilmiş değildir. Ancak görünen o ki kişi
doğuştan veya sonradan bir şekilde kötülüğe iştiyak beslemekte, bu iştiyakla
kişinin arasına toplum kuralları (veya vicdan) girmekte, kişinin yaptırım
korkusu iştiyakına ağır basmakta ve kişi arzusunu bilinçdışına bastırmaktadır.
Tabu
ve Palu
Buraya kadar tabunun ne olduğunu, nasıl
ortaya çıktığını, nasıl bir tesir yarattığını kabaca incelemeye çalıştık. Bu
başlık altında ise incelemeyi somut olayımıza, Palu ailesine, uygulamaya
çalışacağız.
Palu ailesine müteallik muhakeme
sürmektedir. Biz bir hukukçu olarak devam eden yargılama aşamasında televizyon
yayınları yapılmasını, hele hele canlı yayında kişilere ters kelepçe
yapılmasını kesinlikle tasvip etmiyoruz[11]. Ancak
bunlar da bu yazının konusu değildir. Muhakemesi süren bir davada “Palu
ailesindeki X kişinin yaptığı şu suç” demek uygun değildir. Bu sebeple genel,
soyut bir tartışma yürüteceğiz.
Söz konusu ailede yaşandığı ileri
sürülen suçların birkaçını yazımızın giriş bölümünde kabaca saydık. Bu ailenin
bu suçları işleyip işlememeleri, muhakemenin neticesi takipçilerin ilgi
alanları dışındadır. Dolayısıyla bizim de ilgi alanımız dışındadır. Çünkü bizim
ilgi odağımız izleyicilerdir. İzleyiciler neyi takip etmektedir? Görüldüğü
kadarıyla izleyiciler bu programları izlemekten zevk almakta, heyecan duymaktadır.
Kişileri heyecanlandıran ailenin küçük çocuklarının huzura kavuşacak olmaları değildir.
Kişiler kabul etsinler yahut etmesinler, kişileri heyecanlandıran bu ailenin “tabu”
hâline gelmesidir. Palu ailesi bizlerin gerçekleştiremediği birçok yasağı
gerçekleştirmiş, tabuya temas etmiştir. Artık bu aile de tekin değildir, diğer
bir tabirle tabu hâline gelmiştir. Toplum bu aileyi gördükçe, izledikçe tabunun
kökeninde olan yasağı, yani hayata ve cinsel dokunulmazlığa karşı fiilleri
hatırlamaktadır. Bu hatırlamanın da
tabii olarak iki sonucu vardır: Birincisi bu aileyi izleyerek kendi iştiyakını bir
nebze olsun bastırma (Kemal Sunal’ın dönen piliçleri izlemesi gibi ya da bir
porno filmi izlemek gibi), ikincisi ise tam tersine kendi iştiyakını ve yoksun
kalmışlığını hissederek söz konusu aileye karşı kıskançlık ve öfke duyma.
Yukarıda yaptığımız incelemelerden elde edilen doğal çıkarım budur.
Sonuç
Biz bu tür yayınların toplum sağlığı
açısından son derece zararlı olduğunu düşünüyoruz. Birçok dizi ve film için de
aynı şeyi düşünmekteyiz. Ancak dizi ve filmlerin bir kurgu dâhilinde
hazırlandığı öyle ya da böyle bilinmektedir. Palu ailesiyse gerçektir, içimizdedir,
aramızdadır. İşlenen suçlar, delinen yasaklar kurgu veya hayâl ürünü değildir. Bu
da tabiatıyla izleyiciler üzerindeki tesirini arttırmaktadır. Yazının girişinde
dediğimiz gibi, bazı şeylerin şüyuu vukuundan beterdir. Bu sebepledir ki biz bazı tabulara dokunulmaması
gerektiğini, çünkü bu tabuların toplum hâlinde yaşamak için gerekli olduğunu
düşünmekteyiz.
Daha sağlıklı yorumu elbette sosyolog ve
psikolog arkadaşlar yapabilecektir. Bizimki bir bağdaştırmadan başka bir şey
değildir.
Ancak yazımızı bitirmeden önce konunun
biraz dışına çıkmayı göze alarak şunları ifade etmek gerekir ki, olayın toplumun
ilgisini çekmesi ve kamuoyu önünde cereyan etmesi hukukî müesseselerin ihmaline
mazeret teşkil edemez. Örneğin Ceza Muhakemesi Kanunu’nun (CMK) 157’nci maddesi
soruşturmanın gizliliği ilkesini açıkça ortaya koymaktadır. Ancak görüldüğü
kadarıyla soruşturmayı tüm kamuoyu birlikte yürütmektedir. CMK’nın 93’üncü
maddesi kelepçe takılmasının şartını kaçma veya kendisinin/başkalarının hayat/beden
bütünlüğü bakımından tehlike arz edeceğine ilişkin belirtilerin olması şartına
bağlamıştır. Ancak programda kendisi gidip polise teslim olan kişiye canlı
yayında, kameralar önünde kelepçe, hem de ters kelepçe takıldığı görülmektedir.
Ülkemiz daha önce bu konuda Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) tarafından mahkûm
edilmişti. 06.03.2007 tarihli Erdoğan Yağız versus Türkiye davasında[12]
AİHM kelepçeyi gerektirecek hiçbir durum olmadığı hâlde komşularının ve aile
bireylerinin gözleri önünde kelepçelenmenin[13] “kişinin
onurunu zedelemek, aşağılamak ve muhtemelen özgüvenini kırmak amacı güttüğü
sonucuna varmıştır”[14].
Bu dava neticesinde Türkiye 3 bin Euro ödemeye mahkûm edilmişti[15].
Açıklanan durumlar söz konusu
programların artık kamu düzenini ve hukukî müesseseleri tehdit eder hâle
geldiğinin somut delilidir.
11.01.2019
Pirali Çağrı ŞENSOY
[2]
FREUD, Sigmund (2017), Totem ve Tabu,
1913, çev. Kamuran Şipal, Say Yayınları, 4. Baskı, s. 60
[3] FREUD,
s. 60
[4] FREUD,
s. 69
[5] FREUD,
s. 69
[6] FREUD,
s. 66
[7] FREUD,
s. 73
[8] FREUD,
s. 71
[9] ANAYURT,
Ömer (2015), Hukuka Giriş ve Hukukun
Temel Kavramları, Seçkin Yayınları, 15. Baskı, s. 28
[10] Bkz. J.
J. ROUSSEAU, İnsanlar Arasındaki Eşitsizliğin
Kaynağı Üzerine, Say Yayınları, 2015; Bkz. I. KANT, Saf Aklın Sınırları Dâhilinde Din, Literatürk, 2012
[11] Konuya
ilişkin görüşlerimizi lüzumu olması hâlinde bilahare açıklama hakkımızı mahfuz
tutuyoruz.
[12] http://hudoc.echr.coe.int/eng?i=001-79666
(Erişim Tarihi: 11.01.2019) Application no. 27473/02)
[13] Adı
geçen karar § 7, § 30
[14] ÖZBEK /
DOĞAN / BACAKSIZ / TEPE (2017), Ceza
Muhakemesi Hukuku, Seçkin, 10. Baskı, s. 269
[15] http://www.hurriyet.com.tr/dunya/aihm-karari-topluluk-onunde-kelepce-insan-haklari-ihlalidir-6074785
(Erişim Tarihi 11.01.2019)
Yorumlar
Yorum Gönder