Yaşamak Üzerine Notlar: “Bu Hayatı Nasıl Yaşamak Gerekiyor” Sorusu Üzerine
Yaşamak Üzerine Notlar:
“Bu Hayatı Nasıl Yaşamak Gerekiyor”
Sorusu Üzerine
Lisansımı hukuk üzerine yaptım. Yüksek lisansta hukuk felsefesi ve ceza hukukunun kesişim kümesi olan cezaların amacı üzerine çalıştım. Şimdi doktorada pür hukuk felsefesi konularıyla ilgileniyorum. Ne iş yaptığımı sorduklarında bağlamına göre bazen hukukçu bazense biraz şakayla karışık etikçi diyorum. Liseden beri felsefe üzerine okumayı ve düşünmeyi sevsem de kendime “felsefeci” diyemiyorum bu alanda lisans derecem olmadığı için. Fakat akademik ilgim tamamen etik üzerine yoğunlaşmış vaziyette. Hukukçuluk da en nihayetinde insan eylemlerine bir değer atfetme mesleği. Bir şekilde etiğin temel soruları üzerine düşünüyorum. Bu soruların ilki de “bu hayatı nasıl yaşamak gerekiyor” sorusu.
Esasen bu soruyla olan ilgimi salt akademik bir ilgi olarak
tanımlayamam. Çünkü insanın şapka değiştirir gibi “şimdi akademisyenim ve ilgim
bu”, “şimdi özel alanımdayım ve ilgim şu” gibi karakterler arasında geçiş
yapabilen parçalı bir kişiliğe sahip olduğunu düşünmüyorum. Bu soru evvelâ
insan olarak çözmem gereken çetin bir problem olarak karşımda duruyor: “Bu
hayatı nasıl yaşamak gerekiyor?”
Fırlatıldık ve kaderimize terk edildik diyenler gibi
düşünmüyorum. Ancak yine de bu hayatın nasıl yaşanması gerektiği sorusu insanın
omuzlarına yüklenmiş gibi gözüküyor. Elbette inananlar için kutsal kitaplar bir
şeyler söylüyor ancak nihayetinde her bir metin yoruma ihtiyaç duyuyor ve yorumlamak
külfeti insanın omuzlarında olduktan sonra soru nihai olarak çözülmüş olmuyor.
Bu hayatın nasıl yaşanması gerektiği sorusu veya sorunu
esasında ironik bir yön de taşıyor. Sorunun cevabını bulmaya ömür adanıyor,
bulunabileceği meçhul, ama haydi bulundu, dönüp de bu sefer nasıl yaşanması
gerekiyorsa öyle yaşamaya imkân kalmıyor. Çözümü yarım saati alacak problemin
çözüm yolunu sınavın bitmesine beş dakika kala keşfetmiş olmanın değeri var mı,
bu da bir muamma. Fakat yine de çözüm yolunu aramaktan başka çare yok. “Her
arayan bulamaz ama bulanlar mutlaka arayanlardır” demişler.
“Bu hayatı nasıl yaşamak gerekiyor” sorusu sırt
çevirebileceğim bir soru değil. Ölümlü bir insan olmak ve ölüm sonrasının bir
şekilde bilgiye kapalı olması aklı olan bir insan için çıldırtıcı bir önemi
haiz. İman etmekle soru önemini yitirmiyor. Hesabını vereceğine inanmak “hayatı
nasıl yaşamak gerekiyor” sorusunu daha da çıldırtıcı ve kışkırtıcı bir problem
hâline getiriyor. İman belki “korku yok” diyerek yüreği teskin ediyor ama
soruyu ötelemekten başka da bir işe yaramıyor. “Korkusuzluğa layık olmak için
bu hayatı nasıl yaşamak gerekiyor” sorusu cevap bulmuş oluyor mu? Yine olmuyor.
Bu soruya sırt çevirebilmek ancak ahmaklara mahsus bir cesaret olabilir. Çünkü
bu sorunun cevabını arama yükü göklerin, yerin ve dağların omuzuna yüklenmek
istense onları bile korkutacak bir yüktür. Mutluluk getiren cehalet tam da bu
soruyu bilmiyor, bu soru üzerine düşünmüyor olmanın mutluluğudur herhalde.
“Bu hayatı nasıl yaşamak gerekiyor?” Bu soruya bir cevabım yok. Fakat bir insan olarak soruya verebileceğim cevap şayet cevap sayılacaksa “insan gibi yaşamak” olurdu. “İnsan gibi yaşamak” kaçamak bir cevap farkındayım, soruyu öteleyen bir cevap gerçek anlamda bir cevap sayılmaz. Fakat bu totolojiyi kurcaladıkça belki esas soruma yardımcı olabilecek cevaplar elde ederim diye umuyorum. Yine de bu sorunun cevabını şimdilik burada aramayacağım. Zaten bir çırpıda verilecek bir cevabı olsaydı bu kadar çıldırtıcı olmaz, herkes nasıl yaşamak gerektiğini bilir ve herhalde ona göre yaşardı.
İçinde bulunduğum, kısa bir süre sürecek ve sona erecek olan
hayatımın her bir anı farkında olsam da olmasam da bu soruya verdiğim cevaba
göre şekilleniyor. Bu soruya verdiği cevaba göre kimi insanlar canından kimi
insanlar malvarlığından ve tüm dünyevi heveslerden vazgeçiyor. En azılı
düşmanlarım arasından bile çıksa böyle bir adanmışlık boş vermişlikten daha
değerli geliyor bana. İnsanın hiçbir ilke tanımadan her atılan kemiğin peşine
koşması midemi bulandırıyor. Yanlış da olsa bir ilke ve değere tutunmak insanî
bir duruş, kösnüdüğü her zevkin peşine koşmak köpeklik geliyor.
İnsan herhalde bazı kurallara göre yaşamalı diyorum. “Bu hayatı
nasıl yaşamak gerekiyor” sorusunun cevabını bilmiyorum fakat “onursuzca, her
şey mübahmış gibi, her istediğimi ‘bu doğru mu’ diye sorgulamadan yaparak
yaşamak gerekir” cevabının doğru olmadığını biliyorum. Her eylemimden mesulüm
ve mesuliyetimi kabulleniyorum. İnanan bir insan olarak her şeyden önce bana eyleme
kudretini veren Tanrı’ya karşı mesul hissediyorum kendimi. Ama bana öyle
geliyor ki inanmasaydım bile bir insan olarak insan gibi davranmam gerektiğini
kendime karşı bir mesuliyet olarak görürdüm. Kesmeyen bir makas, kokmayan bir
gül olmak istemezdim. İnsanlık onuru deyince yılanlar gibi sürünüp köpekler
gibi yalanmaktansa onurlu yalnızlıklar, kahramanca ölümler, helâl sefaletler daha
insanca geliyor bana. Zincirli bir kölenin özgür olabildiği ama tutkularının
esiri olmuş bir kralın hürriyetini kaybetmiş olduğu öğretisi güç veriyor, kalbimi
insan olmanın sıcaklığıyla ve yumuşaklığıyla dolduruyor.
Mesuliyet sahibi olmak insana güç ve değer katıyor. Ancak
sırtımda taşıdığım yük Atlas’ınkinden daha hafif değil. Bu yük köpek ve yılana
tiksintiyle bakabilme kibrinin cezasıdır belki de. Her yediğimden, her
söylediğimden, her düşündüğümden, her adımımdan mesulüm. Elimde bir talimatname
yok, ne yöne gideceğimi kendim bulmak zorundayım, bu da mesuliyetimin bir
parçası. Böyle olunca da adımını nereye atacağın ve hatta atıp atmayacağın her
bir adımda baş dönmesi yapıyor. Şairin şu yakarışı beynimin duvarlarına çarpıp
yankılanıyor:
“Şimdi tekrar ne yapsam dedirtme bana
Ya Rabb!
Taşınacak suyu göster, kırılacak
odunu…
Kaldı bu silinmez yaşamak suçu
üzerimde.
Bileyim hangi suyun sakasıyım Ya Rabbelalemin,
Tütmesi gereken ocak nerde!”
21.01.2024, Pirali
Yorumlar
Yorum Gönder