2017 ANAYASA DEĞİŞİKLİĞİ TEKLİFİNE ELEŞTİRİLERİM

2017 Anayasa Değişikliği Teklifine Eleştirilerim


Birkaç haftadır gündemimizi meşgul eden Anayasa Değişikliği ile ilgili kanaatlerimi gördüğüm lüzum üzerine derli-toplu bir vaziyette paylaşmak istiyorum.
            Eleştirilerimi “konjonktürel”, “siyasî” ve “hukukî” olmak üzere üç ana başlık altında toplayacağım. (Yan tarafta sırasıyla incelediğimiz konular yer almaktadır.) Dileyen okurlar yalnızca ilgili bölümü okuyabilirler.

A.     Konjonktürel Eleştiriler

1.      Terör
Anayasa değişikliğine yapılacak olan en temel eleştiri hiç kuşkusuz neden böylesine acele bir değişikliğe lüzum görüldüğüdür.
Türkiye 2016 yılında büyüklü küçüklü sayısız terör saldırısına uğradı. 2016 yılı, Ocak ayında Sultanahmet Meydanı’nda turistlere yönelik yapılan saldırı ile başladı. Ankara Kızılay’da, İstanbul Vezneciler’de, Atatürk Havaalanı’nda, İstanbul Beşiktaş’ta, Kayseri’de, Diyarbakır’da ve daha birçok şehrimizde hepimizde travma yaratan büyük saldırılar yaşandı. Suriye’den, Güneydoğu’dan her gün üçer beşer yitip giden vatan evlatları her gün içimizi dağladı.[1] Nihayet Türkiye Cumhuriyeti tarihinde görülmemiş bir biçimde namlusunu halka, halkın meclisine doğrultan satılmışlar tarihimizde derin izler bırakacak 15 Temmuz Darbe Girişimi’ne imza attı.[2] 2017’ye İstanbul’da IŞİD’in yaptığı yılbaşı katliamı ile girdik.[3] Vesaire vesaire… Bu hüzünlü tabloyu maalesef ki uzatmak mümkündür.
Türkiye görünüşe göre iki türlü terör tehdidi altındadır. Bunlardan bir tanesi, yıllarca yapılan eleştirilere rağmen “namaz kılıyorlar, imanlı adamlar” diye kulak tıkanarak devletin her kademesine konuşlandırılan, “devlete sızıyormuşlar, buna kargalar bile güler” denilen –hakikaten doğru bir tabirle- Haşaşî örgüt Feto mensuplarıdır. Diğeri ise yıllardır Türk milletine kayıplar verdiren, ekonomik ve sosyolojik manada büyük yaralar açan PKK ayrılıkçı terörü, IŞİD gibi Ortadoğu’daki siyasî istikrarsızlığın mahsulü olan dış kaynaklı terör örgütleridir. Bu iki tarz tehdidin birisini devletin iç organizasyonunda olması dolayısıyla “iç”, diğerini “dış mahiyetli” olarak ayırt etmek mümkündür.
a.       FETO
İncelemeye girişecek olursak, 15 Temmuz’dan beri Türkiye’de büyük bir toplumsal dönüşüm yaşanıyor. Yıllarca memleketin en kritik noktalarına yerleştirilen, en gizli bilgiler umursamazca verilen Fetocuların tespit edilenleri tasfiye ediliyor. Bu yaşanırken çok ilginç durumlar olabiliyor:[4] Bir kişi Fetocu olduğu iddiasıyla görevinden alınıyor, tutuklanıyor. Onu alan hâkim de Fetocu olduğu iddiasıyla görevden alınıyor. Bazen ilk sanığın suçsuz olduğu anlaşılıyor, bazen hâkimi görevden alan hâkim meğer fetocu çıkıyor. Böylesine keşmekeş, anlaşılmaz, sinsi bir örgüt devletimizin tüm kademelerinden temizlenmeye çalışılıyor. Üstelik bu temizliğe büyük mesai harcayan İçişleri Bakanı Süleyman Soylu “henüz buzdağının görünen kısmını tespit ettik”, “benim yerimde olsanız uyumazsınız”[5], şeklinde açıklamalarla devletin kritik kademelerinde hâlâ bu terör örgütü mensuplarının saklanmış vaziyette bulunduğunu bize gösteriyor.
Soruyoruz, böyle bir iç güvenlik tehdidi altında öncelikli mesele siyasal yapının değişeceği ve belki de bundan on yıllar sonrasını etkileyici kararların alınması mıdır?
b.      IŞİD ve PKK
Saydığımız ikinci terör faaliyeti dış mahiyetli terördü. Türkiye felaket bir 2016 yılı geçirdi. IŞİD ve PKK sanki sıraya girmiş gibi memleketin dört bir yanını savaş alanına çevirerek birçok vatandaşımızı, misafirimizi katletti, yaraladı; ülkede huzursuzluk ve panik ortamı yarattı. İstanbul’da, Ankara’da başta olmak üzere bir süre Türkiye’de alışveriş merkezleri, meydanlar boşaldı, şehirlerde sessizlik hâkim oldu.[6]
PKK’nın Güneydoğu’da açtığı hendeklerin sosyal ve siyasî etkisi hâlâ sürmektedir. Türk Silahlı Kuvvetleri IŞİD terörüne karşı çözüm bulabilmek adına bugün Suriye topraklarında bulunmaktadır.
Soruyoruz, böyle bir terör tehdidi altında öncelikli mesele siyasal yapının değişeceği ve belki de bundan on yıllar sonrasını etkileyici kararların alınması mıdır?
Hiç şüphesiz vatan evlatlarımızın yitip gittiği böyle bir konjonktürde bu sorunlara hiçbir çözüm sağlamayacak bu anayasa değişikliğine mesai harcamak Türk milletinin düştüğü büyük bir gafletten başka bir şey değildir.

2.      Ekonomi
Konjonktürel eleştirilerimizden ikincisi “ekonomi” üzerine olacaktır. Türkiye’de yaşanan terör ve güvenlik sorunları, siyasî istikrarsızlık gibi birçok sebepten ülke ekonomisi büyük yara almış 2016 başında 3 Türk lirası altında olan Amerikan doları, 2017 itibariyle 4 Türk lirası bandını görmüştür.[7]
2016 yılının sonlarında doların bu hızlı yükselişi Merkez Bankası’ndan müdahale beklentisi oluşturmuş[8], hükumet vatandaşı dolar bozdurmaya teşvik etmiş[9], halkta büyük bir endişe durumu ortaya çıkmıştı.
Soruyoruz, böyle bir ekonomik istikrarsızlık ortamında öncelikli mesele siyasal yapının değişeceği ve belki de bundan on yıllar sonrasını etkileyici kararların alınması mıdır?

3.      Dış Politika
Konjonktürel eleştirilerimizin üçüncüsü “dış politika” üzerine olacaktır.
Türkiye kuşkusuz zor bir coğrafyada yaşamaktadır. Milenyumun ilk yılları Irak’ın parçalanmasına ve ABD müdahalesine denk gelmişti. Daha sonra Arap Baharı denilen ve Ortadoğu’da büyük bir dönüşüm yaratan bir dizi devrimler yaşandı. Nihayet 10 yıla yakındır, Suriye’de iç savaş mevcut.
Bu süreç içerisinde Türkiye Suriye iç savaşında Esad’a karşı takındığı tutumla başladığı politikasını nihayet fiilî müdahale ile sürdürdü. Türkiye’nin Suriye politikasının yanlışlığı artık hükumetçe de iyice dillendirilmeye başlandı.[10] Bugün itibariyle ordumuz hâlâ Suriye’de, öncelikle IŞİD’e karşı mücadele vermekte, ülkemize –satır aralarında küçük puntolarla- her gün şehit haberleri gelmektedir.[11] Ortadoğu’da istikrarın Türkiye’nin lehine olduğu başka bir tartışma konusudur. Lâkin Ortadoğu’nun karışık ikliminin Türkiye’ye doğrudan ve dolaylı etkileri her an gözlenebilmektedir.
Üstelik bu sürecin bir uzantısı olarak 2015 sonunda düşürülen Rus uçağı Türkiye-Rusya arasında kısa süreli bir gerilim de yaşatmış, Ruslar boğazda füze göstermiş[12], “boğazı kapatalım”[13] çığırtkanlığı yapanlar dahi olmuştu. Neyse ki bu gerilim kısa sürdü.
Soruyuz, böyle bir coğrafyada öncelikli mesele siyasal yapının değişeceği ve belki de bundan on yıllar sonrasını etkileyici kararların alınması mıdır?
Türkiye’nin AB müzakereleri tarihinde hiç görülmediği kadar AKP döneminde ilerlemiş, birçok reform ve demokratikleşme adımı atılmıştı. Bunlardan kuşkusuz eleştirilmesi gerekenler vardır fakat bu reformlar Türkiye’nin demokratikleşmesi ve atılımı için bir fırsat olmuş, muhaliflerin bile takdirini toplamıştır.
2016 yılı itibariyle Türkiye’nin AB müzakereleri donma seviyesine gelmiş, AB Türkiye’yi ilişkileri dondurmakla tehdit etmiştir.[14] Hiç şüphesiz bunda Türkiye’nin 15 Temmuz sonrası ister istemez girdiği süreç etkili olmuş, Türkiye güvenlik refleksiyle demokratik tutumdan biraz uzaklaşmak durumunda kalmıştı. Ancak Türkiye gibi büyük devletlerin sorumluluğu bu zafiyetleri behemehâl atlatmak ve demokratik zemine tekrar geri dönmektir.
Türkiye’de 15 Temmuz itibariyle meydanlarda çokça “İdam” sloganları atılmış[15], tam bir hukukî fiyasko olacak şekilde meclisteki bir partinin genel başkanının ağzından bile idamın geriye yürümesi beklentisinin toplumda hâkim olduğuna şahit olduk. Neyse ki başbakan sınırlı düzenleme olabileceğini belirterek tansiyonu düşürmüştü.[16] Geçtiğimiz Cuma günü (20.01.2017) karne alan küçük bir kız çocuğunun röportaj verirken “idam geriye yürümezmiş ben yürüteceğim” şekilde kullandığı ifadeler toplumda nasıl bir psikoloji olduğunun adeta “çocuktan al haberi” şeklinde izahıydı.[17]
Hâliyle biz soruyoruz, böyle bir dış politik krizler ortamında, demokratik endişeler altında öncelikli mesele siyasal yapının değişeceği ve belki de bundan on yıllar sonrasını etkileyici kararların alınması mıdır?
4.      OHAL
Türkiye 1982 Anayasasını sıkıyönetim altında yaptı. Halk %92 oranında “evet” oyu verdi. O dönemin canlı şahitleri “12 Eylül sabahı hangimiz Allah razı olsun demedik” diyerek nasıl bir travma altında Anayasayı oyladıklarını izah ederler. Nihayet tarih belki topal fakat kör değildir, ak koyun kara koyun meydana çıktı, 12 Eylül’ün karanlık perdesi bir nebze de olsa aralanabildi, nihayet 12 Eylül darbecisi ve Cumhurbaşkanı olan Kenan Evren ömrünün son dönemini itibarını kaybederek, nefrete maruz kalarak geçirdi. [18]
OHAL, Sıkıyönetim gibi rejimler kuşkusuz ihtiyaç ürünüdürler. 15 Temmuz gecesini yaşayan tüm vatandaşlarımız gibi biz de OHÂL’i tabiî karşıladık. Ancak OHÂL ve Sıkıyönetim rejimlerinin getirdikleri bir handikap, maalesef ki, demokratik zeminin kayması ülkenin daha sıkı güvenlikçi politikalar altında olması sonucunu doğurur. Başka bir tartışma konusu olacak birçok hak ve özellikle Adil Yargılanma Hakkı ihlâlleri hukukçular arasında tartışılmakta, amfilerin/hukukçu sohbetlerinin birinci meselesi ve endişe kaynağı olmaktadır.[19] En son Ergenekon ve Balyoz davalarının nihayetinde birçok tazminat[20] ödemek durumunda kalan ülkemizin yeni tazminatlar ödemek zorunda kalmaması için hukukçular endişe beslemektedirler.
Birçok gazeteci terör örgütü üyesi olmak suçuyla tutuklanmakta, serbest bırakılmakta[21]; toplumda hızlı bir dönüşüm yaşanmaktadır.
Böyle bir siyasal konjonktürde yapılacak anayasanın meşruiyeti hiç şüphesiz gelecek kuşaklar tarafından tartışılacaktır.
Öyleyse soruyoruz, OHÂL rejimi altında öncelikli mesele siyasal yapının değişeceği ve belki de bundan on yıllar sonrasını etkileyici kararların alınması mıdır? Gelecek yıllarda bu değişikliğin meşruiyetini tartıştıracak mevcut konjonktürde bile, bu kadar öncelikli midir?

B.     Siyasal Eleştiriler
Siyasal eleştirileri yaparken olabildiğine günlük siyasî tartışmalardan uzak durmak niyetindeyiz. Yazdığımız satırları iyiniyetimize halel getirmeyecek ve tarihî bir vesika olarak bizi utandırmayacak şekilde kaleme almaya çalışacağız.
Siyasal eleştirimiz yapılan bu değişikliğin bir “Yeni Anayasa” değil, “Anayasa Değişikliği” olmasıdır. Türkiye’nin son on yılında siyasî tartışmaları takip eden herkes bir Yeni Anayasa beklentisi içerisindeydi.[22] Türkiye’de “sivil anayasa” tartışmaları ayyuka çıkmış vaziyetteydi. 12 Eylül Anayasası bir askerî darbe mahsulü olmakla biraz evvel ifade ettiğimiz gibi meşruiyeti tartışmalıydı. Böyle bir durumda baştan bir anayasa yapılıp yapılamayacağı tartışmaları yapılmıştı. [23]
Gelinen süreçte AKP hükümeti iktidarı boyunca yapılan (yapılacak olan) ikinci Anayasa değişikliği referandumuna doğru yol almaktayız. 12 Eylül Anayasası adeta kevgire dönmüş vaziyette fakat “meşru değil, sivil anayasaya ihtiyaç var” söylemleri hâlâ varlığını sürdürmektedir.[24] Üstelik 12 Eylül 2010 referandumunu yaşayanlar hatırlayacaktır, yahut o dönemin meclis tutanaklarına bakılmakla hemen hatırlanacak, meclisteki hiçbir siyasî parti yeni anayasaya karşı değildir. Herkes 12 Eylül anayasasına karşıdır.
Durum böyleyken gelinen noktada AKP yine “Yeni Anayasa” fikrinden vazgeçip “Anayasa Değişikliği” yolunu seçmiştir. Merak ediyoruz, AKP bu referandumdan sonra, kalkıp tekrar “Yeni Anayasa”, “12 Eylül Anayasası meşru değil” diyecek midir? Şayet diyecekse, yap-boz yapana kadar Anayasa Hukukçuları ve siyasetçilerimiz birkaç yıllarını verseler, oturup demokratik düzlemde tartışsalar ve nihayet toplumun konsensüs sağlayabileceği “Sivil” Anayasayı yazsalar daha uygun olmaz mı?
Soruyuz, etraflıca düşünülmüş bir Anayasa yapmak varken öncelikli mesele alelacele siyasal yapının değişeceği ve belki de bundan on yıllar sonrasını etkileyici kararların alınması mıdır?
AKP hükumeti sürekli “kandırıldık, yanıldık” açıklaması yapmaktadır.[25]
Soruyoruz, etraflıca düşünüp fikir teatisi yapmaya bile lüzum görmeyecek kadar öncelikli mesele siyasal yapının değişeceği ve belki de bundan on yıllar sonrasını etkileyici kararların alınması mıdır?

C.     Hukukî Eleştiriler
Hukukî eleştirilerimizi iki başlık altında ele almak istiyoruz: Öncelikle madde madde değerlendirmede bulunacağız, sonra değişiklikleri tümden “kuvvetler ayrılığı” ve “meşruiyet” noktasında inceleyeceğiz.

1.      Madde Madde Değerlendirme
1. Madde: “Bağımsız” Mahkemeler ifadesinin yanına “Tarafsız” Mahkemeler ifadesinin eklenmesi.
            Bu maddeye yönelik yapılabilecek herhangi bir hukukî eleştirimiz yoktur. Hakikaten mahkemeler yalnız bağımsız değil, gerçi bağımsızlık tarafsızlık anlamını da ihtiva eder, aynı zamanda hem bireylerden ve topluluklardan, hem de yasama ve yürütme erklerinden bağımsız ve tarafsız olmalı, devletten yahut bireyden taraf olmamalıdır.
2. Madde: Milletvekili sayısının 600’e çıkartılması.
            Bu maddenin lüzumunu tüm tartışmalara rağmen anlayabilmiş değiliz. Ana konumuzun dışında olması dolayısıyla “ne kadar çok kişi, o kadar farklı fikir” diye iyiniyetle yaklaşarak bu maddeye de bir eleştiri yöneltmeyeceğiz.
3. Madde: Milletvekili seçilme yaşının 18’e düşürülmesi.
            Bu madde de tartışmamız dışındadır. Yalnız şahsî kanaatimi sorarsanız 50 felsefî/politik vs. kitap okumamış kişinin değil milletvekili, seçmen bile olmasını doğru bulmuyorum. Okuduysa (yine yeterli değil de) okumamış 75’tense 18 olsun.
4. Madde: Meclis ve Cumhurbaşkanlığı seçiminin aynı gün yapılması. (DİKKAT!)
            Bu maddenin kuvvetler ayrılığı bakımından sorun doğuracağı kanaatini taşıyoruz. Aynı gün yapılacak seçimlerle oluşan meclis ve yürütme aşağı yukarı aynı eğilimlere yönelecektir. Böyle bir durumda meclisin en kuvvetli partisinin genel başkanı kuşkusuz ki Cumhurbaşkanı olacak, aynı siyasî parti hem mecliste, hem de yürütmede üstün konumda olacaktır. Hâlbuki başkanlık sistemi siyasal rejimler açısından sert kuvvetler ayrılığı altında incelenir. Başta Amerikan Başkanlık Sistemi’nde olmak üzere, bu dengeyi oluşturabilmek için farklı zamanlarda seçimler yapılarak farklı eğilimlerin güç sahibi olması, böylelikle birbirini denetlemesi hedeflenmiştir.
            Parti genel başkanının cumhurbaşkanı olabileceğini de düşündüğümüzde seçime birlikte mücadele ederek giren kişilerin bir kısmının yasama, bir kısmının yürütme faaliyetini icra edecek olması hiç kuşkusuz ki bu iki erkin tek bir elden yürütüleceği anlamını taşımaktadır.
            Dolayısıyla bu madde hem kuvvetler ayrılığına, hem de başkanlık sisteminin doğasına aykırıdır.
5. Madde: “Bakanlar Kurulunu ve bakanları denetlemek; Bakanlar Kuruluna belli konularda kanun hükmünde kararname çıkarma yetkisi vermek” ibaresinin anayasadan çıkartılması.
            Bu madde başkanlık sisteminin yürütmeyi yasamadan ayırmasına yöneliktir. Biz başkanlık sistemini değil, mevcut anayasa teklifini eleştirdiğimizden bu maddeye yönelik kapsamlı bir eleştiri yapmayacağız.
            Ancak, demokrasilerde parlamento halkın tamamını temsil etmektedir. Yürütme, halkın iş gördürücü kişileridir. (Bu konu Rousseau-Toplum Sözleşmesi’nden çok iyi izah edilir, başka bir tartışma konusu[26]) Dolayısıyla yürütmenin halkın denetiminde olması demokrasilerde beklenen bir tavırdır. Ayrıca kanun yapmak da halkın tekelinde olan bir yetkisi olduğundan, KHK çıkartma yetkisinin halk tarafından yürütmeye devredilmesi de yine demokrasilerden beklenen bir tavırdır.
6. Madde: Meclisin denetim yollarıyla ilgili değişiklikler
            Bu madde ile “Gensoru” denetimi yetkisi kaldırılacaktır. Biraz evvel demokrasilerde halkın parlamentoyu denetlemesi bekleneceğini belirtmiştik. Üstelik gensoru hâl-i hazırda meclisin en aktif kullandığı denetleme aracıdır. (Ancak tek parti iktidarında işlevsiz kalmaktadır.)
7. Madde: Cumhurbaşkanın “tarafsızlığı” ibaresinin kaldırılması, “seçim şartları” (DİKKAT!)
            Bu değişiklikle mevcut 101. maddedeki “Cumhurbaşkanı seçilenin, varsa partisi ile ilişiği kesilir” ibaresi kaldırılmaktadır.
            Biz bu değişikliği çok mahsurlu bulmaktayız. Bunun birkaç sebebi vardır. Öncelikle, cumhurbaşkanı, dolayısıyla devlet başkanı demokrasilerde kanaatimizce toplumun tamamını temsil eden tarafsız bir kişiliğe sahip olmalıdır.
            Cumhurbaşkanı, bir siyasî parti üyesi olarak partisinin çıkarlarını düşünmek sorumluluğu altında olacaktır. Böyle bir cumhurbaşkanından halkı kucaklamasını bekleyemeyiz.
            Cumhurbaşkanı bir parti genel başkanı olarak milletvekillerini belirleyecek, onlara parti asabiyetiyle buyruklar verecektir. Böyle bir durumda kuşkusuz yürütmenin başı olan parti genel başkanı, milletvekillerine talimatlar vererek yasamanın da başı olacaktır.
Kuvvetler ayrılığı prensibi noktasında başkanlık sisteminden beklenen yasama ile yürütme erklerini olabildiğine birbirini denetleyebilecek biçimde karşı karşıya getirmesiyken, böyle bir tabloda cumhurbaşkanı şahsında parti asabiyetiyle yasama ve yürütme tek elde toplanacaktır. İcabında parti genel başkanı sıfatıyla talimatlarını yerine getirmeyen milletvekilleri parti disiplinine sevk edilebilecek yahut bir sonraki seçimde milletvekili kontenjanında kendisine yer bulamayacaktır. Bu maddenin ne kadar mahsurlu olduğu açıktır.
8. Madde: Cumhurbaşkanının görev ve yetkilerini düzenleyen değişiklikler.
            Bu madde değişikliğiyle birlikte artık Cumhurbaşkanı bakanları atayabilecektir. Başkanlık sisteminde bu yetkiler beklenen tabiî gelişmelerdir.
9. Madde: Cumhurbaşkanının sorumluluğu
            Bu madde kapsamında Cumhurbaşkanının sorumluluğu genişletilmiştir. 82 Anayasasının en çok eleştirilen tarafı Cumhurbaşkanı’nın birçok yetkisine rağmen sorumluluğunun çok cüzî olmasıydı. Değişiklik teklifindeki salt bu maddeye bakıldığında Cumhurbaşkanının sorumluluğunun genişletilmesi olumlu bir durumdur. Meclis 3/5’inin oyuyla cumhurbaşkanı sorumlu olabilecektir. Meclisteki milletvekillerinin biraz evvel o cumhurbaşkanı tarafından seçildiğini dile getirmiştik. Yine Yüce Divan yargılamasını yapan Anayasa Mahkemesi üyelerinin büyük çoğunluğu yürütme tarafından seçilmektedir.
Hâl böyle olunca bu maddenin işlevini yerine getirip getiremeyeceği merak konusudur.
10. Madde: Cumhurbaşkanı yardımcılığı
            Bu madde de başkanlık sisteminden beklenen tabiî bir gelişmedir.
11. Madde: Yasama ve yürütmenin karşılıklı fesih hakkı (DİKKAT!)
            Anayasa Hukuku bağlamında tartışılması gereken bir başka madde de kuşkusuz yasama ve yürütmenin elindeki karşılıklı fesih yetkileridir. Başkanlık sistemi hukuk literatürüne göre sert kuvvetler ayrılığıdır. Dolayısıyla böyle bir sert ayrılıkta iki erkin birbirinin görevini sona erdirmesi beklenmemektedir ve genellikle de başkanlık sistemlerinde bu mekanizmalar bulunmamaktadır. Biz teklifi neden mahsurlu gördüğümüzü izaha çalışacağız:
            Başkan/cumhurbaşkanı seçimi için gereken oy sayısı %50’den bir fazlasıdır. Dolayısıyla yürütmenin halkı temsil oranı, yasamaya göre düşüktür. Yasama farklı partilerden halkın %100’ün oylarıyla seçilen vekillerden teşekkül etmektedir. Bundan dolayıdır ki, yasamanın elinde “temel hak ve hürriyetleri kısıtlayıcı kanun yapma” gibi bir yetki bile bulunmaktadır!
            Durum böyle olunca, başkanın parlamentoyu fesih etme yetkisi, halkın çoğunluğunun halkın tamamını fesih etme yetkisi olarak şerh edilebilir. Böyle bir durum demokrasiler açısından oldukça mahsurludur. Çünkü modern bir demokrasiden beklenen çoğunlukçuluk değil, çoğulculuktur.
12. Madde: Cumhurbaşkanının OHAL ilân yetkisi   
            Bu madde ile birlikte artık Bakanlar Kurulu’nun yetkisi olan OHAL ilânı, artık Cumhurbaşkanı’nda olacaktır. Bu madde de yine başkanlık sisteminden beklenen tabiî bir neticedir.
Yalnız hiç üzerinde durmadığımız ve tartışılması gerektiğini düşündüğümüz bir durum da, yürütmedeki tek başlılıktır. Demokrasi kültürüne sahip milletlerde danışma ve şura ön plandadır. Bundan dolayı yetkilerin tek elde toplanması önlenmeye çalışılır. Tüm sistemler güvensizlik üzerine inşa edilir, neticede sistemleri yürütecek olanlar insanlardır. Bu minvalde OHAL ilânı gibi, meclisi fesih gibi yetkilerin Cumhurbaşkanı’nın münhasıran tek başına kullanabilmesi, evet başkanlık sistemi açısından bir sorun olarak görünmemektedir, ancak sistemin başında “kötü” bir idareci olabileceğini düşündüğümüzde bize endişe vermektedir. Tavsiyemiz, herhangi bir sistemi, memleketin en büyük haini üzerinden değerlendirmek gerekir. Ben, bir şekilde, terörist başı Öcalan’ın sistemin başına yanlışlıkla gelmesi durumunda, onu nasıl sınırlandıracağımızı düşünerek sistemi dengeye oturtmaya çalışırım.
13. Madde: Askerî mahkemelerin kaldırılması
            Bu maddenin mevzuumuz dışında olması dolayısıyla eleştirmeyeceğiz.
14. Madde: HSYK’nın yapısının değiştirilmesi (DİKKAT!)
            Mevcut 159. madde HSYK’nın yapısını düzenlemektedir. Bu maddeye göre 4 üye cumhurbaşkanı tarafından, 3+3 Yargıtay Genel Kurulu’nca, 2+2 Danıştay Genel Kurulu’nca, 1+1 Türkiye Adalet Akademisi’nce, 7+4 adlî yargı ve savcılarınca, 3+2 idarî yargı hâkim ve savcılarınca tarafından seçilmektedir. +1 Adalet Bakanı ve +1 Adalet Bakanlığı müsteşarıyla kurul 22+12 üyeden oluşmaktadır.
Yeni sisteme göre HSYK 12 üyeden oluşacak, üyelerinin yarısı Cumhurbaşkanı tarafından, diğer yarısı Meclis tarafından atanacaktır.
            Mevcut hâlde Adalet Bakanı’nın HSYK’nın tabiî üyesi olması hukukçular arasında daima tartışılan ve kınanan bir mevzuuydu zaten. Böylelikle yargının bağımsızlığı tartışılmakta, seçilen Hâkim ve Savcılar’a olan güven azalmaktaydı.
            Mevcut sistemin siyasiliği eleştirilirken, artık tüm üyelerinin siyasî erkler tarafından atanacak olması tam bir fiyaskodur. Hukuk devletlerinden beklenen yargının yasama ve yürütmeden tamamen bağımsız olmasıdır. Üstelik bizim sistemimiz Anglo-Sakson sistemlerinde olduğu gibi jürili, demokratik diyebileceğimiz bir hukuk sistemi de değildir.
Hâl böyle iken bu düzenleme ile yargının siyasallaşması kaçınılmaz olacaktır.
15. Madde: Bütçeyi Cumhurbaşkanı’nın hazırlayıp meclise sunması
            Bu madde de başkanlık sisteminden beklenecek nitelikte bir maddedir. Yürütme ihtiyacı olan malî programı ve bütçeyi hazırlayarak meclise sunmakta, bütçeyi ancak meclisten onay alarak kullanmaktadır. Amerikan sisteminde de benzer bir yapı vardır.
16. Madde: Bazı maddelerdeki ibarelerin değiştirilerek yeni sisteme uydurulması. Mesela “Bakanlar Kurulu” yazılı maddelerde bu ibarenin yerini “Cumhurbaşkanı” alması gibi…
17. Madde: Yeni sistemin ilk yürürlüğe girişinde intibakın sağlanabilmesi adına özel “geçici” hükümleri ihtiva eden madde. Mesela “ilk seçim 3.11.2019 tarihinde olacaktır” gibi…
18. Madde: Bazı maddelerin değişikliğinin yürürlüğe girmesiyle alakalı özel hüküm.
           
2. Genel Olarak Değerlendirme
            a. Kuvvetler Ayrılığı
            Yukarıda maddeleri teker teker izah etmeye, her maddeyi eleştirmeye; özellikle 4, 7, 11 ve 14. maddelerin “Kuvvetler Ayrılığı”na yönelik mahsurlarını dile getirmeye çalıştık.
            Öncelikle şunu ifade etmemiz gerekir ki, şahsen, başkanlık sistemine karşı değiliz. Başkanlık sistemi kuvvetler ayrılığının sert uygulanması yönüyle de demokratik bir sistemdir. Bu itibarla maddeleri eleştirirken de dikkatinizi çekmiş olacağı üzere, eleştirilerimizi başkanlık sistemi üzerinde değil, maddeler özelinde yaptık. Dolayısıyla, bizim başkanlık sistemine değil, mevcut değişikliklere eleştirilerimiz mevcuttur.
            Genel itibariyle, başkanlık sisteminden beklenen kuvvetler ayrılığının sert olması, gücün erklere dengeli bir şekilde dağılmasıdır. Ancak maddelerde izah ettiğimiz üzere mevcut değişiklik teklifinde yürütme fazlasıyla güçlenmekte, yasamanın üzerinde parti bağıyla tahakküm kurmaktadır.
            Üstelik bakanların meclisten seçilmesinde bir engel olmadığından, bakanlık beklentisinde olan milletvekillerinin nasıl yürütmeden bağımsız olacakları da merak konusudur.
            Tüm bu tartışmalar bir tarafa, zaten ülkemizde mahsurlu bir demokrasi işlemektedir. Anayasa değişikliği oylamalarında milletvekillerinin birbirlerini markaja alarak oy kullanma kabinine birlikte girmeleri yasamanın üzerinde şu anda illegal baskının en hazin göstergesidir zaten. Böylelikle hakikaten “fiilî durum(hukuksuz durum) hukukî hâle gelecek” ve yürütme yasal olarak da yasamayı markaja alabilecektir.
            Yeni sistemle birlikte artık Cumhurbaşkanı tek başına aldığı bir kararla birlikte halkın tamamının oylarıyla meclise gelmiş milletvekillerinin görevini sona erdirebilecektir. Bazı anayasa hukuku hocalarının iki erkin birbirinin görevini sona erdirebilmesi yetkisi varken, hâlâ “kuvvetler ayrılığı”ndan bahsedebilmektedir. Herhâlde bizimle alay ediyorlar. Bu “meclisin de feshedebileceği” cevabıyla geçiştirilebilecek bir durum değildir. Meclis anayasa yapabilecek bir çoğunlukla bu fesih yetkisini kullanabilmektedir ki, bu çoğunluk tekrar parlamenter sisteme dönmeye bile yetmektedir. Üstelik, meclisin fesih yetkisinin olması kuvvetler ayrılığına değil, bizatihi iki kuvvetin birbiri üzerinde tahakkümü olduğuna işaret etmektedir.[27]
            Dolayısıyla mevcut değişiklik Anayasa Hukuku bağlamında Türkiye’nin kuvvetler ayrılığından uzaklaşmasının bir adımı olacaktır.

            b. Meşruiyet
            Vatandaşları bir araya getiren hukuk kuralları arasında bir normlar hiyerarşisi mevcuttur. Her bir norm, geçerliliğini bir önceki normdan almaktadır.
Normların en üstünü kanaatimizce Toplum Sözleşmesi olmalıdır. Rouesseau’nun ortaya attığı “tek bir vatandaşın bile dışarıda bırakılmayacağı” bir sözleşme ile öncelikle vatandaşlar bir arada yaşamaya karar vermeli, güçlerini birleştirerek devlet teşekkülünü vücuda getirmelidirler. Bu soyut bir tartışma konusudur.
Toplum Sözleşmesi’nden sonra maddî hukukun en üstün kaynağı olan Anayasalar gelir. Anayasa devletin teşekkülünü ortaya koyan temel belgedir. Toplumun uzlaşmasıyla yapılır. Bundan dolayı meclisten Anayasa değiştirmek için 3/5, yani %60 nitelikli çoğunluk aranır. Adî bir kanun yapmaya ise %50+1 yetmektedir.
Referandumlar ile ülkenin temel teşekkülünde yapılacak değişikliklerin de meşru bir zemine oturabilmesi için kanaatimizce en az %60 nitelikli çoğunluk aranmalıdır. Nihayetinde “Anayasa” hukukun en temel normudur. İki farkla (%50+1 ve %50-1) toplumun baştanbaşa değiştirilebileceği bir seçimle kurulan sistemin meşruiyetinden söz etmek kanaatimizce çok yerinde değildir.
Dolayısıyla gelecek yıllarda bu değişikliğin meşrutiyetinin tartışılmasını istemeyenler bu hususu da gözden kaçırmamalıdır.

D.     Sonuç
Buraya kadar satırlar boyunca eleştirilerimizi dile getirdik. Samimiyetle ve günlük siyasî tartışmalardan uzak olarak gördüğümüz mahsurları eleştirdik. Yukarıda belirttiğimiz üzere, sistemler güvensizlik üzerine kurulurlar. Memleketimiz açısından en tehlikeli siyasî figürlerin toplumu yönetmek noktasına es kaza seçilebileceği bilinciyle kuvvetlerin dengeli bir şekilde dağıtımı yapılmalıdır.
Yazımızın anlamlı olabilmesi için anayasa değişikliği metninin mutlaka okunması gerekmektedir. Kanaatimizce zaten metni okumayan kişilerin oy kullanmaya hakkı dahi olmamalıdır. Bu demokrasinin bir kusurudur.
Yukarıda saydığımız endişeleri okumak zahmetine katlananlara hatırlatmak, tarihe bir vesika bırakmak adına not düştük.
Özellikle 4, 7, 11 ve 14. maddelerin “Kuvvetler Ayrılığı” ve hatta “Başkanlık Sistemi” açısından bile ne tür mahzurlar içerdiğini tartışmaya çalıştık. (Tüm maddeleri okumayan okurlarımız sırf o maddeleri de okuyabilirler. Ctrl+F tuşuna basarak “Madde 4” yazmanız, yahut “DİKKAT!” yazmanız sizi doğrudan o maddelere götürecektir.)
Her zaman söylediğimiz gibi, bu sistemin en ateşli savunucuları, yarın iktidarı kaybettiklerinde “aman efendim bu kötü bir sistem değiştirelim” diyeceklerdir. Bu hep böyle olmuştur. O gün geldiğinde bu yazıyı ve hususiyetle şu satırları onların yüzüne çarpacağız.
Pirali Çağrı ŞENSOY
22.01.2017

E.      Eleştiriler ve Eleştirilere Cevaplar
Bu başlık altında şayet samimiyetle yapılmış eleştiriler olursa onları değerlendirecek, haklı gördüklerimizi belirtecek, eksik bulduklarımızı düzelteceğiz.




[1] Sözcü – Son dönemde Türkiye’de düzenlenen terör saldırıları 01.01.2017 http://www.sozcu.com.tr/2017/gundem/son-donemde-turkiyede-duzenlenen-teror-saldirilari-1526510/
[2] Habertürk – 16.07.2016 – Meclis bombalandı! http://www.haberturk.com/gundem/haber/1267430-meclis-1-saatte-3-kez-bombalandi/
[3] Cumhuriyet – Reina’da katliam 01.01.2017 http://www.cumhuriyet.com.tr/haber/turkiye/653641/Reina_da_katliam..._istanbul_da_eglence_merkezine_silahli_saldiri__1_i_polis_39_olu__65_yarali.html
[4] Hürriyet – Savcı Fetö Sanığı 03.11.2016 http://www.hurriyet.com.tr/savci-feto-sanigi-40266845
[5] Akşam – 11.01.2017 http://www.aksam.com.tr/guncel/soylu-feto-ile-ilgili-bildiklerimizi-bilseniz/haber-585093 https://www.youtube.com/watch?v=og4IqaWKqFo
[6] Sözcü 2016’da 269 kişiyi teröre kurban verdik 13.12.2016 http://www.sozcu.com.tr/2016/gundem/2016nin-teror-bilancosu-cok-agir-oldu-1562603/
[7] Yeniçağ – Dolar 3,89 – 11.01.2017 http://www.yenicaggazetesi.com.tr/dolar-ve-euro-rekor-kirdi-154635h.htm
Cuma günü itibariyle dolar: http://www.tcmb.gov.tr/kurlar/201701/20012017.xml
[8] Yenişafak – Merkez Bankası’ndan dolara müdahale – 10.01.2017 http://www.yenisafak.com/ekonomi/merkez-bankasindan-dolara-mudahale-2594523
[9] Aljazeera – (…) doları olan terörist (…) 12.01.2017 http://www.aljazeera.com.tr/haber/erdogan-elinde-silahi-olan-teroristle-dolari-olan-terorist-arasinda-fark-yok
[10] BBC - Kurtulmuş: Suriye politikası başından beri yanlıştı, tamir ediyoruz – 05.01.2017 http://www.bbc.com/turkce/haberler-turkiye-38514766
[11] En son Cuma günü: El-Bab’ta 5 şehit http://www.hurriyet.com.tr/el-babda-5-sehit-40342122
[13] http://www.haberler.com/turkiye-rus-gemilerine-bogazi-kapatabilir-7918422-haberi/
[14] Sabah – 09.11.2016 http://www.sabah.com.tr/dunya/2016/11/09/ab-turkiye-raportoru-iliskileri-dondurmak-verecegimiz-tek-yanit
[15] EnSonHaber – 29.10.2016 http://www.ensonhaber.com/cumhurbaskani-erdogandan-idam-aciklamasi-2016-10-29.html
[16]Star – 01.11.2016 http://www.star.com.tr/politika/basbakan-yildirimdan-idam-aciklamasi-sinirli-duzenleme-geriye-dogru-islemez-haber-1154593/
[17] Oda Tv – 20.01.2017 http://odatv.com/once-muhtar-sonra-cumhurbaskani-olacagim-sonunda-anayasayi-degistirip-idam-getirecegim-2001171200.html
[18] Radikal - 12.05.2015 http://www.radikal.com.tr/turkiye/kenan-evrenin-cenazesine-sadece-askerler-katildi-1354957/
[19] T24 – 30.10.2016 http://t24.com.tr/haber/eski-aihm-yargici-riza-turmen-adil-yargilanma-hakki-cigneniyor-aym-ve-aihme-binlerce-basvuru-gidecek,368078
[20] NTV – Balyoz Davası’ndan rekor tazminat: 1 milyon 499 bin lira – 19.04.2016 http://www.ntv.com.tr/turkiye/balyoz-davasinda-rekor-tazminat,83kwGnLeKkarYKnrQegJfQ
[21] http://www.cumhuriyet.com.tr/haber/siyaset/662326/FETO_iddianamesinde_Ahmet_Sik_atfi.html
[22] Sabah – 25.07.2016 http://www.sabah.com.tr/gundem/2016/07/25/basbakan-yildirim-acikladi-sivil-anayasa-icin-takvim-basladi
[23] Kemal Gözler – Aslî Kurucu İktidar - Tali Kurucu İktidar Ayrımı: TBMM Yeni Bir Anayasa Yapabilir mi? http://www.anayasa.gen.tr/tbmm-yeni-anayasa.htm
[24] 87 maddesi değişti! http://www.timeturk.com/tr/2013/09/24/1982-anayasasi-nin-yarisi-degistirildi.html
[25] http://www.abcgazetesi.com/erdogan-yine-aldatildik-dedi-23499h.htm
[26] Bu konuda kapsamlı bir yazı kaleme almayı düşünüyoruz. Rousseau – Toplum Sözleşmesi – Kitap II Bölüm VII Yasacı başlığına bakılabilir. (İş Bankası Yayınları -XIV. Baskı- s. 37)
[27] Kemal Gözler – Elveda Kuvvetler Ayrılığı Elveda Anayasa http://www.anayasa.gen.tr/elveda-anayasa-v2.htm

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

MERKEZ VE ÇEVRE MÜCADELESİNDE TRABZON VE TRABZONSPOR

Yaşamak Üzerine Notlar: “Bu Hayatı Nasıl Yaşamak Gerekiyor” Sorusu Üzerine

İYİ/KÖTÜ VE DOĞRU/YANLIŞ KAVRAMLARININ KULLANIMI ÜZERİNE BİR NOT