TERÖRİSTLERİN HAKKINI SAVUNMAK!
Görsel: Pisagor'un "Adalet Kupası" imiş. Doğrudur, yanlıştır bilmem ama siz yine de mekanizmasına bir bakın. |
“Ne demek bu,
ciddi misin?” Hem de sonuna kadar ciddiyim! Teröristin/suçlunun hakkını
savunacağız. Bir kısmınızın şaşırdığını, bir kısmınızın da "terörist olacağın geleceğin belliydi" dediğini duyar gibiyim. :) Teröristin/suçlunun hakkını savunacağız. Bunu savunduğumuzu izah etmek durumunda kalmamız bile memleket
için bir utanç vesilesi değil de ne?
Hukuk kültürüne
sahip olmayan bir millet değiliz. “Beraat-i zimmet asıldır”[1]
diyeli 150 yıl oldu neredeyse. 150 yıldır bu adalet timsali hükmü biliyoruz.
Fakat üzerinde durduğumuz “masumiyet karinesi” dediğimiz “suçluluğu
ispatlanıncaya kadar herkes suçsuzdur” karinesi dahi değil, bizzat suçluluğu sabit
olan faillerin hakkının savunulması gereğidir. Bu ifadeyi “haksızların hakkını
savunmak” olarak değil, “X’lerin hakkını savunmak” olarak kuruyoruz. Bu X her
ne ise, o X’in bazı hakları var ve biz de o haklara sahip çıkmak durumundayız.
Neden?
Bir defa, hakkı
olanın hakkını savunmak gerektiği ispata lüzum olmayacak derecede sabittir. “Beyyine,
zahirin hilafını ispat içindir(…).”[2]
Ancak X yerine “terörist”, “tecavüzcü”, “katil” kelimeleri gelince sanki bu
kelimeler ile “hak” kelimesi yan yana gelemiyormuş gibi insanlar ürküyor. Hâlbuki
bu kişiler hukuk düzenini ihlâl etmiş, böylece cezaya çarptırılmaları icap
etmiş kişilerdir. Bir kişiyi hak ettiği cezaya çarptırmak “hukukun hükmünü icra
etmektir”. Bir kişiye haksızlık yapmak ise “hukuka mugayir olmaktır” ki bu
ikisi görüldüğü üzere farklı/çelişik şeylerdir. Olabilir ki (faraziye) bir kişiye
verilecek en adil hapis cezası 10 yıldır. Öyleyse bu kişiye 11 yıl hapis cezası
vermek adaleti yerine getirmemek, dahası o kişiye “zulmetmektir”. İşin kötüsü
haksız yere “suçludan” 1 yıl çalmakla toplum o kişiye karşı borçlu hâle
gelmektedir. Bu örnek misliyle arttırılabilir, şöyle ki, bir idam mahkûmuna
işkence etmemek de yine aynı şekilde adaletin ve tabii ki hukukun bir
gereğidir. İşlediği fiille “zalim” sıfatını hak etmiş bir mücrim, hukuk
düzeninin ona uyguladığı müeyyideler neticesinde “mazlum” hâline geliyorsa hukuk
düzeni adil bir şekilde işlemiyor demektir.
Hukuk kılıcını
cemiyet adına kuşanır. “Yargı yetkisi, Türk Milleti adına bağımsız mahkemelerce
kullanılır.”[3] Bunun
için yukarıda “toplumun borçlu olacağını” ifade ettik. Bütün bir toplumun bir
kişiye (üstelik bir mücrime) zulmederek “zalim” olması kabul edilebilir bir şey
değildir. İşte bunun içindir ki hukukun terazisi kuyumcununkinden daha hassas olmak
mecburiyetindedir.
Bir ikincisi… Toplum
bu mücrime borçlandıktan sonra borcunu nasıl ödeyecektir? Çalınan zamanın,
verilen zararın adil bir tazmini hiçbir zaman mümkün değildir. Ancak adeta “mazlumdan
helallik alabilmek” adına bir kurum geliştirilmiştir ki hukuk dilinde bunun adı
“tazminat”tır. İkinci -(faydacı olması dolayısıyla) ahlak olarak daha düşük
olan- ispat da teröriste yapılan her haksızlığın hepimizin cebine yansıyan
(yani devletin kasasından çıkan) bir tazminat olarak geri dönecek olmasıdır. Bu
yazıyı yazmama vesile olan iki sebepten bir tanesi[4]
8 Kasım günü Resmi Gazete’de yayınlanan AYM[5]
kararıdır. Başvurucuya da, olayın sübutuna da vakıf değilim. Ancak kararda yer
aldığı kadarıyla olay hapishanede mahkûmun olay çıkartması üzerine infaz
memurları tarafından kelepçelenerek “süngerli odaya” alınması, 6 saat boyunca
elleri kelepçeli olarak bu odada bekletilmesinden ibarettir. Kararda kişinin 6
saat boyunca “kelepçeli vaziyette” bekletilmesi Anayasa Mahkemesi tarafından
eziyet/kötü muamele sayılmış, neticesinde de kişiye 10.000 TL tazminat
ödenmesine hükmedilmiş. AYM kararının haklılığını, kişinin kim ve ne olduğunu
tartışmak değil maksadım. Varsayalım ki bu kişi en azılı terörist yahut en eli
kanlı katil olsun. Teröriste/katile/caniye yapılacak kötü muamele hepimizin
cebine yansıyan bir tazminata dönüşecektir. Gerçi toplumun bir mücrime borçlu
kalmasındansa bir şekilde onun zararını tazmin etmesi daha evladır. Ancak
neticede böyle aykırılıklarla zulmedilen kişiler zenginleşmektedirler. Gündemde
olan FETÖ davalarını da bu nazardan değerlendirirsek, devletimizin en hassas
olması gereken, en adil davranması gereken davaların FETÖ davaları olduğu hemen
ortaya çıkar. Çünkü bu davalarda yapılan hukuksuzlukların her biri bize
tazminat olarak dönecektir. Başta ifade ettiğimiz gibi, suçlu dahi olsa, yani
gerçekten FETÖ örgütünün üyesi dahi olsa ve hatta hain kalkışmada bizzat
bulunsa ve sonrasında yargılama veya infaz aşamasında bir haksızlığa maruz
kalsa bu kişiye bizim vergilerimizle (hatta şehitlerin vergisiyle) tazminat
ödenecektir. İşte bunun içindir ki bir teröristin hakkına da (hatta belki de
alelade vatandaştan daha çok) riayet edilmesi gerekir. Bir PKK terör örgütü
üyesinin bir asil şehidin (ya da ailesinin) verdiği vergiden tazminat alması
içimize sinmiyorsa, PKK’lı teröriste haksızlık yapmamak mecburiyetindeyiz. (Bu
söylediğimiz “teröristlere/canilere/mücrimlere merhamet edilsin” demek
değildir. Bilakis hak ettikleri cezalar harfiyen verilmelidir. Bu
söylediklerimiz ancak hak ettiklerinden fazlası olacak bir “zulme” sebep
olmamak noktasında ihtardır.)
Devleti terör
örgütünden ayırt eden en önemli özellik devletin eylem ve işlemlerinde hukukî
olmak mecburiyetinde olmasıdır. Bir evlet vatandaşları(nın temsilcileri)
tarafından koyulmuş kurallarla yönetilir. Eylem ve işlemlerini bu daire içinde
gerçekleştirir. Bu dairenin dışına çıkmamakla mükelleftir. En azılı
düşmanlarına, en cani teröristlere bile hukuk dairesi içerisinde muamele eder.
Tezimizi ispata
bu kadar kanıt yeter mi? Yetmezse, daha vurucu bir ifadeyi kültürümüzün/düşüncemizin
en temel metninde buluyoruz: “Ey iman edenler! Adalet ve dürüstlüğün tanıkları
olarak Allah için kollayıp gözetleyenler olun! Bir topluluğun çirkinlik ve
kötülüğü sizi adaletsiz davranmaya asla itmesin. Adaletli olun! Bu, takvaya
daha uygundur. Allah'tan sakının. Allah, yapmakta olduklarınızdan haberdardır.”[6]
Biz bu fikirlere yabancı değiliz. Bilakis inanmakla emrolunmuşuz. Buna “inanıyoruz”.
İnanmayanlarımız da bu fikirleri kültürel olarak da biliyor. Bu kitap bizim
için bir metafizik fetiş metaı değilse, hatta “Anayasa Kur’an olsun!” falan
filan ise bunun yolu işte bu ayet hükmünün icrasından geçiyor. Hoş inanmasanız
bile, bu ifadeler yine de muazzam değil mi? Sırf Kur’an değil, bütün kadim (ve
modern!) metinler bu öğreti ile dolu!
Pirali
Çağrı ŞENSOY
16
Kasım 2017
[1] “Asıl
olan üste atılan şeyden(zimmetten) beraattir(aklanmadır).”
Mecelle-i Ahkam-ı Adliye m. 8 (Bkz. Prof. Ahmed
Akgündüz – Karşılaştırmalı Mecelle-i Ahkâm-ı Adliye s. 56)
[2] “Kanıt(beyyine),
görünenin(zahirin) hilâfını(zıddını) ispat içindir.”
Mecelle-i Ahkam-ı Adliye m. 77 (Bkz. Prof. Ahmed
Akgündüz – Karşılaştırmalı Mecelle-i Ahkâm-ı Adliye s. 61)
[3] Anayasa
m. 9
[4] Diğeri
maalesef ki, çok hazin ki bir hukuk öğrencisinin Twitter’da attığı tweetler…
[5] AYM
21/9/2017 K. 2014/12302 RG: 08/11/2017
[6] Kur’an-ı
Kerim (Maide Sûresi V:8)
Yorumlar
Yorum Gönder