696 SAYILI KHK İLE YAPILAN DÜZENLEMELERE DAİR BİRKAÇ ELEŞTİRİ
1. 1. Genel
olarak
Modern devlet
yasama, yürütme ve yargı olmak üzere üç bağımsız erk üzerine inşa edilmiştir. Yasama
erki devletin işleyişine dair mekanizmayı (yani kuralları) ortaya koyan, yürütme
erki bu mekanizmaya (yani kurallara) göre devleti yöneten, yargı erki ise bu
mekanizmanın (yani kuralların) dışına çıkılıp çıkılmadığının tayinine ve şayet
çıkıldıysa kanunda yazan müeyyidelerin uygulanmasına karar veren erktir. Bu
itibarla demokrasilerde yasama yetkisi halka aittir. Kanunları halk yapar.
Böylece halkın özgürlüğüne yapılan kısıtlamalar olan kanunlar halk tarafından
çıkartılarak meşruiyet bulur. Yürütmeden beklenense bu kanunlar doğrultusunda
devlet işleyişini sağlamasıdır.
OHÂL KHK’ları
ismiyle müsemma olduğu üzere olağanüstü uygulamalardır. Olağanüstü uygulamalar
istisnaîdir, istisnaî olan uygulamalardan beklenen istisnalar çerçevesinde
gerekli tedbirlerin alınması, bu istisnaların dışına çıkılmamasıdır. Bu
itibarla eskiler “sıfat-ı arızada aslolan ademdir”, yenilerse “istisnalar dar
yorumlanır” demektedir.
Anayasamız 121/3.
maddesi birinci cümlesinde “Olağanüstü
hal süresince, Cumhurbaşkanının başkanlığında toplanan Bakanlar Kurulu, olağanüstü
halin gerekli kıldığı konularda, kanun hükmünde kararnameler çıkarabilir.”
denilmektedir.
Ancak
yukarıdaki saydığımız tüm bu hukukî ilkelere ve Anayasamıza rağmen OHÂL KHK’ları
ile olağanüstü hâlin gerekli kıldığı konular haricinde birçok düzenleme
yapılmakta, bu eskiden beri eleştirilmektedir. AYM’ye yapılan başvuruda AYM 148.
maddeyi gerekçe göstererek OHÂL KHK’larının denetlenemeyeceğine hükmetti.
Böylece kanunî bir boşluk oluştu. Yürütme bu boşluktan yararlanmayı öyle âdet
hâline getirdi ki, 137 maddelik OHÂL KHK’sında OHÂL’in gerekli kıldığı
konularda hükümler mumla aranır oldu. KHK’da kamu personellerine ilişkin
düzenlemelerden tutun da, Anonim Şirket kurulmasına, işçi uyuşmazlıklarında
yargı yoluna kadar OHÂL kapsamı dışındaki sayısız konu ele alınmış.
Tüm bunlar
demokratik bir devletten beklenmeyecek uygulamalardır. Dahası yürütmenin
yetkisini bu şekilde aşkın kullanması meşruiyet tartışmalarına da zemin
hazırlamaktadır.
2. 2. Konulara
göre eleştiriler
a. i. 6755
sayılı (OHÂL’e ilişkin) Kanun’da yapılan değişiklik
696 sayılı KHK
121. maddesinde mezkûr kanunun 37’nci maddesine şu fıkrayı eklemiştir: “(2)
Resmi bir sıfat taşıyıp taşımadıklarına veya resmi bir görevi yerine getirip
getirmediklerine bakılmaksızın 15/7/2016 tarihinde gerçekleştirilen darbe teşebbüsü
ve terör eylemleri ile bunların devamı niteliğindeki eylemlerin
bastırılması kapsamında hareket eden kişiler hakkında da birinci fıkra
hükümleri uygulanır.”
Söz konusu
kanunun birinci fıkrası şu şekildedir: “MADDE
37- (1) 15/7/2016 tarihinde gerçekleştirilen darbe teşebbüsü ve terör eylemleri
ile bunların devamı niteliğindeki eylemlerin bastırılması kapsamında karar
alan, karar veya tedbirleri icra eden, her türlü adli ve idari önlemler
kapsamında görev alan kişiler ile olağanüstü hal süresince yayımlanan kanun
hükmünde kararnameler kapsamında karar alan ve görevleri yerine getiren
kişilerin bu karar, görev ve fiilleri nedeniyle hukuki, idari, mali ve cezai
sorumluluğu doğmaz.”
Bu düzenleme
birçok açıdan mahsur barındırmaktadır. Evvela o karanlık gecede provokatör olarak
ortaya çıkanlar böylece kanunî bir zırh arkasına saklanmışlardır. Hâlbuki böyle
bir maddeye lüzum yoktu. Zaten o gece darbeye karşı direnenler (5271 s.) CMK 90
hükümlerinden ve (5237 s.) TCK m. 24 ve devamındaki hukuka uygunluk
sebeplerinden yararlanabilirdiler. Böyle bir düzenleme ile bu kapsamda
değerlendirilemeyecek kanunsuzluklar da denetlenemez hâle gelmiştir.
İkinci olarak
hüküm yalnız o geceye mahsus olarak değil -herhangi bir süre ve sair sınırlamaya
tâbi tutmadan- devamı niteliğindeki eylemleri de bu düzenleme kapsamına
almıştır. Öncelikle “devamı niteliğindeki eylemler” nelerdir? Bu ibare çok
muğlaktır. Bu ülkede “Hero” yazılı t-shirt giydiği için soruşturma geçiren
insanlar hepimizin malumudur[1].
Böyle bir durumda menfi bir fiilde bulunan kişi “bu eylemlere karşı olduğu
düşüncesiyle” TCK m. 30’dan yararlanabilecektir. Devletin tekelinde olması
gereken yetkilerin özel kişilere şümul hâle gelmesi birçok soruna gebedir.
Bu kapsamda,
ilaveten, olası bir iç karışıklıkta ileride böyle bir kanunî kalkana sahip
olacağı düşüncesinin insanları suç işlemeye teşvik edeceği açıktır. Söz gelimi bir
protesto yürüyüşüne karşı “bu hükumete karşı bir isyandır, ben müdahale edip
suç işleyeyim, nasıl olsa yarın hükumet işlediğim suçtan beni sorumsuz tutar”
diyerek suç işleyen insanların türemeyeceğinin garantisini kim verebilir? Hobbes’tan beri bilinen bir gerçektir “insan
insanın kurdudur”. Yakın zamanlarda sosyal medyada çokça dolaşan gerçekliğine
vakıf olamadığımız ancak verdiği mesaja katıldığımız (dipnotta bağlantısını verdiğimiz)
sosyal deney insanın sorumsuzluk duygusuyla neler yapabileceğinin bir
işaretidir.[2] Bununla
ilgili yapılan Stanford Hapishane Deneyi[3]
gibi birçok örnek daha sıralanabilir.
Bu düzenleme
en hafif benzetmeyle “ateşle oynamak”tır.
b. ii. 5275
s. CGTİK’te yapılan değişiklik
696 sayılı KHK’nın
103. Maddesiyle CGTİK’e eklenen ek madde şöyledir: “EK MADDE 1- (1) 3713 sayılı Kanun kapsamına giren suçlar nedeniyle
tutuklu veya hükümlü bulunanlar, duruşmaya sevk nedeniyle ceza infaz kurumu
dışına çıkarılmaları durumunda, ceza infaz kurumu idaresince verilen giysileri
giymek zorundadır. 5237 sayılı Türk Ceza Kanununun 309 ila 312 nci maddelerinde
düzenlenen suçlardan tutuklu ve hükümlü olanlar badem kurusu; bu maddede
belirtilen diğer suçlardan tutuklu ve hükümlü olanlar ise gri renginde göğüs ve
pantolon bölümü bitişik (tulum) giysiler giyer. Ancak kadın tutuklu ve
hükümlülerin giysileri bitişik şekilde (tulum) olmayabilir. Bu madde hükümleri
çocuklar ile hamile kadınlar hakkında uygulanmaz. Kadın tutuklu ve hükümlülerin
giysileri ile bu maddenin uygulanmasına ilişkin diğer hususlar yönetmelikle
belirlenir.”
Bu kapsamda
3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu ve 5237 sayılı TCK’nın Anayasal Düzene karşı
suçlar kapsamındaki 309 ila 312’nci maddelerinde düzenlenen suçlardan tutuklu
ve hükümlü olanlar duruşmaya sevk nedeniyle ceza infaz kurumu dışına
çıkarılmaları durumunda yukarıdaki düzenlemeye uygun kıyafetler giymek zorunda
olacaklardır.
Hükümlüler
kapsamında şahsen eleştireceğim pek bir şey yok. Bir terör örgütü mensubuna,
anayasal düzeni yıkmaya yönelik bir suçtan suçlu bulunan hükümlüye bu nevi bir
kıyafet giydirilmesi kanaatimce gayet yerindedir. İnsan onuru ve hukukun genel
ilkeleriyle bağdaştığı müddetçe bir mücrimin böyle bir uygulamaya tâbi
tutulmasında olumsuzluk görmemekteyim. Ancak tutuklular için aynı şeyi söyleyemeyeceğim.
Tutukluluk
5271 s. CMK’da yer alan bir koruma tedbiridir. Tutukluluktan beklenen fayda
Ceza Muhakemesi’nin sağlıklı bir şekilde yapılmasına hizmet etmesidir. Bu
itibarla kanun tutukluluk nedenlerini sınırlı sayıda (numerus clausus) olarak saymış,
kural olarak delillerin karartılması ve kaçma şüphesini tutuklamanın sebebi
saymıştır. Bu itibarla tutukluluğun bir ceza değil, muhakemenin sağlıklı
işlemesi bakımından bir tedbir olduğunu hatırlatmakta yarar görmekteyiz.
Bir insan
hakkı ve adil yargılanmanın bir gereği olarak hem AİHS’te, hem Anayasamızda
masumiyet karinesi yer almaktadır. Eskilerin “beraat-ı zimmet asıldır”
dedikleri, bugün “suçluluğuna mahkeme önünde hükmedilinceye kadar herkes suçsuzdur”
ilkesi masumiyet karinesini ifade etmektedir. Tutukluluk Ceza Muhakemesi devam
ederken, yani henüz hüküm verilmeden önce ortaya çıkan bir müessesedir. Dolayısıyla
tutuklu olan kişiler henüz suçsuz kimselerdir.
Bu itibarla
bakınca haklarında henüz hüküm bulunmayan kimselerin yargılamaya onur kırıcı
bir şekilde tek tip kıyafetle getirilmesi hem kendileri, hem aileleri açısından
büyük bir travma yaratacağı açıktır. Muhakeme neticesinde beraat edecek olan
tutukluların muhakemedeki durumu toplum nezdinde unutulmayacak, kişi için
beraat ettiği bir muhakemenin etkileri belki de ömür boyu sürecektir. Bunun hem
hukukun genel ilkeleriyle, temel insan haklarıyla; hem de vicdan duygusuyla
bağdaşır yanı yoktur.
c. iii. 5271
s. CMK’da yapılan değişiklikler
* 696 s. OHÂL
KHK’sı ile yapılan bir diğer düzenleme m. 96’da yer alan “duruşmada hazır
bulunacaklar”ı düzenlediği CMK’nin 188. maddesine yönelik değişikliktir. Kanunun
ilk düzenlemesi duruşmada hazır bulunacaklar arasında zorunlu müdafiler
sayılmıştı. 676 sayılı KHK ile buna bir istisna tanınmış ve “Müdafiin mazeretsiz
olarak duruşmayı terk etmesi halinde duruşmaya devam edilebilir” ifadesi
eklenmişti. 696 sayılı KHK ile bu fıkraya “mazeretsiz olarak” ibaresinden sonra
gelmek üzere “duruşmaya gelmeyen ve” ibaresi eklenmiştir. Bu düzenlemenin adil
yargılanma hakkı açısından ihlâl oluşturacağı açıktır.
Zorunlu
müdafilik gözaltı kararından önce, Sulh
Ceza sorgusunda, tutuklama istenildiğinde, tutukluluğun devamında, 18 yaşını
doldurmamış şüpheli/sanıkta, kendini savunamayacak derecede malul
şüpheli/sanıkta, sağır ve dilsiz şüpheli/sanıkta, alt sınırı 5 yılın üzerinde
olan suçlarda, kaçak sanığın duruşmasında ve sanığın düzeni bozduğu için
duruşmadan çıkartılması durumlarında olmak üzere kanunda sınırlı sayıda
sayılmıştır. Müdafilik müessesesinin varlığı hukuk hocaları tarafından “sanığın
bir kamu görevi yapan müdafi vasıtası ile savunulmasının gerçek sebebi,
devletin de suçtan sorumlu olmasıdır” şeklinde açıklanmaktadır.[4]
Müdafilik müessesesi şüpheli/sanığın hukukî yardımını sağladığından adil
yargılanma, silahların eşitliği ve savunma hakkı ilkelerinin bir gereğidir.
Mezkûr
düzenleme ile müdafi olmadan yürütülecek davaların önü açılmıştır. Şöyle ki müdafinin
bir başka duruşması dolayısıyla bir yan salonda olması uygulamada pek rastlanır
bir durumdur. “Çağırıldı, gelmedi” şeklinde duruşma tutanağına yazılmasıyla -CMK
247/4 ve 204/1’le birlikte düşünülünce- sanıksız ve müdafisiz, yani savunma
makamı olmadan, yapılacak duruşmaların önü açılmıştır. Bu durum AİHS 6 ve
Anayasa 36 kapsamında ülkemizin tazminat sorumluluğuna gebe olduğu gibi insanî
olarak da bizde birçok hak kayıplarına sebebiyet vereceği endişesini uyandırmaktadır.
* Yine 696 s.
KHK’nın 97. maddesiyle yapılan değişiklik duruşmada okunması zorunlu belgeleri
düzenleyen 209. maddeye yöneliktir. Bu madde kapsamındaki tüm “okunması”
ibareleri “anlatılması” şeklinde değiştirilmiştir. Adil yargılanma hakkının bir
gereği de savunma makamının suçlandığı belgelerle bizzat muhatap olmasıdır. Bu
silahların eşitliği ilkesinin bir gereğidir. “Okumak” belgenin tamamından
savunma makamının haberdar olmasını sağlamaktayken “anlatılması” ibaresi ile belgede
savunma hakkı kısıtlanmaktadır. Anlatmak, okumaya göre daha yüzeysel bir anlam
ifade eder. İyiniyetli bir düzenlemeden beklenen “okunması ve anlatılması”
şeklinde bir düzenleme ile hukukî konuda bilgisiz olan sanığın aydınlatılmasının
sağlanmasıydı.
Yukarıda
sayılan ve ilgi alanımıza girdiği için üzerinde değerlendirme yaptığımız tüm bu
gerekçelerle 696 sayılı KHK’nın vicdanımızı sızlattığını, hukuka olan
güvenimizi sarstığını ifade etmemiz gerekir. Evrensel standartlarda, hukukun
genel ilkelerine bağlı, insan haklarına dayanan, demokratik bir hukuk devleti
olma yolunda giderek irtifa kaybettiğimizi üzülerek temaşa ediyoruz. Hukuk
devletinden taviz verilmesinin neticelerini tarihte çok kez gördük. Ülkemizin
bu uğursuz talihe müstahak olmadığına inanıyoruz.
Pirali
Çağrı ŞENSOY
25/12/2017
[1] http://www.bbc.com/turkce/haberler-turkiye-40715465#anchor1
[2] https://onedio.com/haber/insan-turunun-canavarlasmakta-sinir-tanimayacagini-gosteren-bu-sosyal-deney-herkesi-dehsete-dusuruyor-795310
[3] https://tr.0wikipedia.org/wiki/Stanford_hapishane_deneyi
[4] Prof.
Feridun YENİSEY & Prof. Ayşe Nuhoğlu – Ceza Muhakemesi Hukuku 5. Baskı s.
189
Yorumlar
Yorum Gönder