CEZA VE BENLİKLER
Dün akşam
kitap maksadıyla evden kütüphaneye doğru yürüyordum. “Sağa dönülmez” tabelası
olan bir yola trafiğin yoğunluğuna rağmen dönmeye çalışan bir kamyonet gördüm. Üstelik
yol böyle dönüşlere imkân vermemek üzere (trafiğin akış yönüne doğru 30 derece
ters istikamete doğru) tasarlanmıştı. Trafik birbirine girdi. Ben de “acaba
sağa dönülmez tabelası yerine yerde kapan olsa aynı şeyi yapar mıydı” diye
düşünerek şöyle bir tweet attım:
“Bir yere ‘girilmez’ tabelası koyarsanız bu görülmez. Ama ‘kapan’
koyarsanız hiçbir şoförün gözünden kaçmaz. İnsanlar mustakbel ve muhtemel
cezadan değil anında cezadan korkuyorlar.”
Görünen o ki,
kişiler anında ceza görecekleri durumlarda hukuka aykırılık yapmaktan
kaçınıyorlar. Göz göre göre kapandan geçmeye çalışan bir araba görmedim ben.
Yine insanlar trafik polisinin anında ceza yazacağını bildiklerinden polisin
yanında kırmızı ışıkta geçmezler. Ama EDS sistemi olan bir yolda polisin
arkadan ceza yollayacağını bildikleri hâlde kırmızı ışıkta geçmek, hız limitini
aşmak noktasında daha cesur olurlar. (Ordu’daki EDS cezalarını hatırlarsınız…[2])
Görülüyor ki cezanın anında verilmediği, daha sonra verileceği durumlarda
kişiler hukuka aykırılık yapmaya daha yatkın, daha cesaretli oluyorlar.
Bu neden
kaynaklanıyor? Çeşitli ihtimaller söylenebilir. Mesela gözden kaçacağını umut
etmek akla ilk gelen. Fakat burada kanaatimce dikkat çekilmesi gereken nokta bu
durumun trafik cezalarına has olmadığıdır. Örneğin hukuk düzenimizde icra inkâr
tazminatı diye bir müessese var. Bu müessese -ayrıntısı bir kenara- kişilerin
haksız icra takibi başlattıkları veya haksız olarak buna karşı durdukları bazı
durumlarda karşı tarafa ödedikleri bir tazminattır. Bu tazminat, anlaşılacağı
üzere, tarafların zaman kazanmak için başvurdukları dürüst olmayan davranışları
engellemeye yönelik olarak getirilmiştir. Üstelik bu kazanılan zaman tarafa
yalnız icra inkâr tazminatı olarak patlamıyor. Faizler, vekalet ücretleri,
yargılama/icra masrafları gibi kalemlerle borç neredeyse ikiye katlanıyor. Burada
da görülüyor ki, kişiler adî bir borcu bile ileriye atmak, zaman kazanmak
istiyorlar. Bunu yalnızca durumu kötü olup bir yerden para bekleyenler
yapmıyor. Taksitle satış da, cebinde parası olduğu hâlde taksit yapan kişi
örneğinde görüleceği üzere, böyle bir insanî güdüden istifade ediyor.
Tam bu noktada
ben, bu durumun, Schopenhauer’in insan öznesi üzerine yapmış olduğu analizlerle
çözümlenebileceğine inanıyorum. Schopenhauer mealen şunları diyordu: İnsan
öznesi anda yaşar. Bunun için yaşadığımız an hep mutsuzdur, kötüdür. Ancak bu
an geçip de artık geçmiş olduğunda, biz de dönüp ardımıza baktığımızda
yaşanılan ve mutsuz / kötü olan anı mutlulukla ve iyilikle yâd ederiz. Bu
nostalji duygusudur. İşte, Schopenhauer bu durumun geçmişe baktığımızda orada
artık özne olan bir ben kalmadığından, yani oradaki benin “onu algılayan yani özne
olan ben” için bir obje hâline gelmesinden kaynaklandığını söylüyor. Ben kimim?
Ben şu an algılayan benim. Algılamayan bir ben düşünülemez. Algımı yönelttiğim
ben artık algılayamayan, salt algılanan bir ben hâline gelir. Geçmiş
tasavvurumuzda yer alan ben böyle bir bendir. Tıpkı bunun gibi gelecek
tasarılarımızda yer alan ben de öznesi olmayan, sırf objeden ibaret bir bendir.
Girişte ifade
edilen ve ortaya konulan sorunun sebebine dair bende oluşan çağrışım işte
budur. Kişi suçu işleyip cezasını anında bulduğu durumda cezalandırılacak ben
ile suçu işleyen ben aynı bendir. Dolayısıyla aynı olan o tek ben
cezalandırılmak istemez ve bu sebeple hukuk düzeni dışına çıkmaktan kaçınır.
Ancak cezanın daha sonra verileceği, yani suçu işleyen (anda yaşayan / süje
olan) ben ile cezaya çarptırılacak olan (gelecekte yaşayan / obje olan) benin
farklı olduğu durumda artık süje olan ben hukuk düzeni dışına çıkmaya daha
cesaretlidir. Çünkü suçun cezasını yiyecek olan artık kendisi değil, bir başka
bendir. Bu benin ileride kendisi olacak olması o an için önemli değildir. (Burada
konuyu genişletmek adına şöyle bir hatırlatma notu yazmakla yetineyim: Süje
olan benin, ileride bir sorun yaşamamak için yani obje olan gelecekteki beni
korumak için hukuka aykırılık yapmaktan kaçınması ahlakî olarak ne anlama
gelir? Süje olan benin kendisiyle andaş olan bir başka obje olan benliğe, yani
bir başka insana kötülük gelmesin diye bir eylem yapması; ileride kendisi olacak
diğer bir deyişle obje olan benin sıkıntı yaşamaması için bir eylem yapması ile
eşit fiiller midir?)
NOT:
Bu bilimsel bir inceleme, bilimsel bir veri değildir. En başta da ifade
edildiği üzere tesadüfen karşılaşılan bir olayla, tesadüfen denk gelinen bir
isim arasında zihnimin kurmuş olduğu doğru veya yanlış bir bağdaştırmadır. Bu
itibarla yukarıdaki satırlara daha fazla itibar edilmemesi gerekir. Tüm
yazılarım gibi bu da en başta kendime yazılmış bir hatırlatma notu ve zihnimdeki
soyut fikri somutlaştırmak gayretidir. Yazının sosyal yönü zihinlerde bir soru
işareti oluşturmak ve varsa benzer soru işaretlerine bir katkı sağlamaktan
ibarettir.
26.09.2018
Trabzon – Pirali Çağrı
ŞENSOY
[1] “Ömer
Naci Soykan – Felsefe ve Dil & Wittgenstein Üzerine Bir Araştırma” kitabı
ve “İlker Tepe - Düşman Ceza Hukukunu Anlamaya Çalışmak – I & II & III”
blog yazıları
[2] http://www.ensonhaber.com/soylu-elektronik-radar-sistem-uygulamasi-kaldirildi-2016-09-09.html
Yorumlar
Yorum Gönder