AŞI TARTIŞMALARI VE İNSAN HAKLARI
İnsan hakları tanımlanırken evvela bir insanın doğuştan ve
salt insan olmakla birlikte kazandığı bir hak olarak ifade edilir. Her insan,
insan olmakla bu haklara kendiliğinden sahiptir. Mefhum-u muhalifiyle
(tersinden okumayla) bu haklar insana bir otorite tarafından bahşedilmiş
değildir. Bu haklar evrenseldir ve tüm insanların istisnasız olarak (iyisiyle
kötüsüyle, siyahıyla beyazıyla, suçlusuyla masumuyla, katiliyle maktulüyle)
sahip oldukları haklardır. Yine bu haklar bölünemezdir ve bir bütündür. Dahası
bu haklar vazgeçilemezdir de… Söz gelimi bir insanın kendi rızasıyla köle
olması hukuk düzeni tarafından kabul edilemez.
Böylesine kapsamlı, kuşatıcı, bir yönüyle de (vazgeçilemez
olması yönüyle) katı ve emredici hak anlayışının içerisinde çelişkiler
barındırması kaçınılmazdır. Gerçekten de insan hakları üzerine biraz çalışan
her araştırmacı kimi insan haklarının sürekli bir şekilde karşı karşıya
geldiğini görür. Bunlardan en bariz ve sürekli gündemde olanı özgürlük ve
güvenlik çatışmasıdır. Bölünemez bir bütün olan, bir insan hakkının diğerinden
üstün olmadığı ve vazgeçilemez olan insan hakları arasında özgürlük ve güvenlik
çatışmasının üstesinden gelmek nasıl mümkün olacaktır? Bu sorun modern siyaset
felsefesinin çözümü en zor problemidir.
Evde, işte, sosyal platformlarda sohbetlerimizin ilk konusu
hiç kuşkusuz korona virüsü pandemisidir. Korona virüsü pandemisi bugün
itibariyle Google'dan öğrendiğim rakamlara göre dünya genelinde 94.5 milyon
insanın hastalanmasına, 2 milyondan fazla insanın hayatını kaybetmesine sebep
olmuştur. Korona virüsü insandan insana solunum yoluyla bulaşan viral bir
hastalık olarak ifade edilmektedir. Söz konusu virüsün bulaşma ortamları
genellikle insanların sosyal aktivitelerde bulundukları ortamlardır. Bu sebeple
de yaklaşık bir senedir devam eden bu süreç içerisinde dünyadaki hemen hemen
tüm devletler tarafından sokağa çıkma yasakları, kamusal alanlarda maske takma
zorunlulukları gibi tedbirler alınmaktadır. "Yasak" ve "zorunluluk"
kavramları tabiatı itibariyle güvenliği çağrıştıran ve özgürlüğe karşı olan
kavramlardır. Korona virüsü pandemisi bir "halk sağlığı problemi"
olarak ele alınmış, kamusal menfaat için bireysel özgürlükler kısıtlanmıştır.
Batılı demokrasilerde söz konusu kısıtlamalara karşı pek çok gösteri ve
eylemler yapılmış, yasaklar eleştirilmiştir. Hangi tarafından haklı olduğu bu
blog yazısının kapsamını aşacaktır. Ancak bizim konumuz açısından çatışmanın
temelinde özgürlük ve güvenlik tartışmalarının olduğu bariz şekilde
görülmektedir.
Yine salgının tüm hızıyla devam ettiği şu günlerde çeşitli
aşıların üretilmesi ve aşılama çalışmalarının başlamış olmasıyla aşılamanın
zorunlu tutulup tutulmayacağı tartışmaları gündeme gelmiştir. Şu an
hükumetlerin genel yaklaşımı özgürlük lehine gözükmektedir. Buna karşılık bilim
insanlarına göre aşıların etkinlik oranı ve aşılanan bireylerin toplam nüfus
içerisindeki oranı salgınla mücadelenin başarıya ulaşması bakımından önemli
görünmektedir. Aşılamaya istenilen oranda gönüllü olunmaması hâlinde salgının
bitirilebilmesi için hükumetlerin nasıl bir yol izleyeceği meçhuldür. Böyle bir
durumda aşılamanın zorunlu hâle gelmesi şimdiden tartışılan bir ihtimaldir.
Zira salgınla bireysel mücadele yeterli olmamakta, sosyal yaşamın yeniden tesis
edilebilmesi için toplumsal bağışıklılığın oluşması gerekmektedir. Görüldüğü
gibi bir tarafta vücut dokunulmazlığı, özgürlük gibi şahsî haklar yer alırken,
diğer tarafta pandeminin sona ermesi, diğer bireylerin sağlıklarının güven
içinde olması gibi kamusal haklar yer almaktadır.
Özgürlüklerin bir başkasının haklarıyla mahdut olduğu
şeklindeki klasik tanımlamanın işbu tartışma noktasında yetersiz kaldığı
görülmektedir. Zira hak ve özgürlükler öylesine iç içe geçmiştir ki, alınan bir
kararın herhalde bir grubun özgürlüklerine müdahale olması kaçınılmazdır. Her
iki tarafın argümanları incelendiğinde; bir grup eski sağlıklı günlere geri
dönebilmemiz için söz konusu pandeminin sona ermesi gerektiğini, daha da
önemlisi milyonlarca insanın bu salgın sebebiyle sağlığını ve hatta hayatını
kaybettiğini, bu sebeple salgının bir an önce son bulması için toplumsal
bağışıklılığın oluşması gerektiğini, bunun için de aşılamanın yapılması
gerektiğini savunmaktadır. Diğer bir grup ise aşılarla gerek aşılarla ilgili soru
işaretlerinin yeterince cevaplamadığını gerekçe göstererek, gerekse farklı
dayanaklarla kişinin bedenî üzerinde tek otoritenin kendisi olması gerektiğini,
bu sebeple de aşılamanın zorunlu olamayacağını, toplumsal yarar için bireysel
hakların hiçe sayılamayacağını savunmaktadır. O hâlde ilk grubun fikirlerinin
kabul gördüğü bir konjonktürde, ikinci grubun vücut dokunulmazlıkları ihlâl
edilecektir; aksi durumda ise pandemiyle mücadele başarılı olamayacak, insanlar
ölmeye devam edecektir.
Her şeyden önce kişinin kendi bedeni üzerinde mutlak
tasarrufu olduğu iddiası bugün hukuk düzeni tarafından kabul edilmiş sine qua
non bir şart değildir. Kimi kamusal zorunluluklar sebebiyle kişinin vücut
bütünlüğü cebren ihlâl edilebilmektedir. İnsan hakları açısından her ne kadar
tartışmalı olsa da, söz gelimi babalığın tespiti için kan örneğinin alınması,
uyuşturucu madde taşıdığı tespit edilen şüpheliden bu maddenin tıbbî
müdahaleyle alınması gibi kimi istisnaî durumlarda hukuk düzeni vücut bütünlüğü
hakkının özüne dokunulmamak ve kanunda belirtilen şartlara uygun olmak kaydıyla
kısıtlanabileceğini düzenlemiştir. Buna karşın insanlar kendi bedenleri
üzerinde bile bir tasarruf yetkisine sahip değillerse daha ne üzerinde hak
iddia edebilirler? Üstelik insan haklarının eşit değerde olduğu, vazgeçilemez
ve bir bütün olduğu şeklindeki temel insan hakları tanımıyla bu uygulamalar
bağdaşır mı? Kamunun sağlığı, bireyin vücut üzerindeki hakkından daha mı
üstündür, bunun meşruiyet kaynağı nedir? Toplum, sayısal olarak bireyden fazla olduğu
için bireysel haklar hiçe sayılabilir mi? Peki ya bireyin hakları bahane
edilerek kamunun sağlığı ve güvenliği tehlikeye atılabilir mi?
Her iki görüş de kendisine argüman bulmakta
zorlanmamaktadır. Üstelik her iki görüşün de temel dayanağı insan haklarıdır.
İnsan haklarıysa kendisinin bir bütün olduğunu, bölünemez ve vazgeçilemez
olduğunu iddia etmektedir. Ancak ateş ve su gibi özgürlük ve güvenlik de bir
diğerini buharlaştırmakta veya söndürmekte ancak bir arada bulunamamaktadır. Bu
bir aradalık nasıl sağlanacaktır? Somut olay nezdinde iki temel insan hakkı
arasındaki denge durumunu bulmak, her ikisinden de vazgeçmeden bir bütünlük
içinde ele almak nasıl mümkün olacaktır? Önümüzdeki süreçte bu hukukî
tartışmalara şahit olacağız ve kuşkusuz bu tartışmalardan sonra daha nitelikli
bir insan hakları doktrinine sahip olacağız.
17.01.2021
Pirali Çağrı ŞENSOY
Yorumlar
Yorum Gönder