HAKSIZLIĞIN SUÇ OLMA SERÜVENİ
Suç bir haksızlıktır. Ceza ise bir tür kınamadır. Fakat her
haksızlık bir suç teşkil eder mi? Tüm kınamalar cezaî kınama mıdır? Hukukun ve
hususiyetle de suç ve cezanın anatomisi incelendiğinde suçların ve cezaların
belirli bir süreçte olgunlaşarak birer hukuk enstrümanı hâline geldikleri
görülmektedir.
Kanaatimizce suçun tohumunu ahlakta bulmak mümkündür. Ahlak
kabaca insanın ne şekilde davranması gerektiğini gösteren normlardır. (Norm,
kendisini göre yargılama yapılan ölçüt anlamı taşıyan bir kelimedir.) O hâlde
ahlakî normlar insanlara ne yapmaları gerektiğini gösteren, neticesinde de
insan davranışlarını bu ölçütlere uygunluğuna göre yargılayan kurallar olarak
karşımıza çıkmaktadır. Gerçekten de eylemlerimiz ahlakî olarak yargılanmakta ve
ahlakî normlara aykırı hareket eden kişi toplum tarafından kınanmakta, bu
kınama neticesinde kimi zaman fail toplumdan dışlanmaktadır. Ancak bu yargılama
toplumsal düzeyde gerçekleşen ve henüz hukuk hâline gelmemiş bir yargılamadır.
Örnek vermek gerekirse komşusunun selamını almayan kimse Barış Manço normlarına
göre "yiğit" değildir. Çünkü ahlak normu selam alıp vermeyi bir erdem
olarak belirlemiştir.
Kuşkusuz selam almamak ahlaka aykırı bir eylemdir. Aynı zamanda
toplum tarafından kınanan kusurlu bir eylemdir. Ancak böyle bir eylem suç
değildir ve karşılığında ceza verilmesini beklemek abes olacaktır. O hâlde
suçları ahlaki eylemden ayıran bir ölçüt mevcut olmalıdır. Bu ölçüt hukuktur.
Hukuk düzeninde ceza verilmesinin şartı bir eylemin hukuk düzenin dışında yer
almasıdır. Bugün kullandığımız anlamda suçların ve cezalarının kanunda yer
alması şeklinde bir kanunilik ilkesi henüz mevcut değilken bile Kanonik
Hukuk'ta cezalandırılabilirliğin ölçütü olarak "hukukî düzenin dışına
çıkmak" ölçütü bir norm olarak kabul ediliyordu. Bir kimsenin
cezalandırılabilmesinin şartı hukukî düzenin dışına çıkması bağlıydı. O hâlde
kınanan haksız eylem hukuk düzeninin dışında bir eylem olması gerekmektedir.
Hukuk düzeninin belirleyicisi olan çoğu zaman iktidarlardır.
İktidar bir şeyi yapabilme kudretine verilen addır. Siyasal iktidarsa buyurma
yetkisini elinde bulunduran gücün adıdır. Biz hukuk düzeninin belirleyicisi
olarak iktidar derken esasında geniş anlamda iktidarı kastediyoruz. Bu iktidar
hiç kuşkusuz ki halkın, Rousseau'nun tabiriyle genel iradenin, kendisidir.
Halk, tıpkı Hobbes'un Leviathan'ının orijinal kapağında tasvir edildiği gibi,
bir araya gelerek müşahhas hâle bürünür ve siyasal iktidarı teşekkül ettirir.
Halkın müşahhas hâli olan bu iktidar halkın ölçütlerini dikkate alarak hukuk
yapar. Gerçekten de kanunların belirli bir düzeye gelmiş ahlakî normlar
olduğunu ifade etmek gerekir. Zira adaletsiz, halkın ahlakî ölçütlerine ters
bir normun hukuk normu hâline gelmesi pek mümkün değildir; "halka
rağmen" böyle bir şey gerçekleşirse bile kısa zamanda bu normlar değişerek
yerini halkın karakterine uygun normlara bırakır. O hâlde hukukun belirleyicisi
olan halkın bizatihi kendisi, kanunların temeli de halk arasında mevcut olan
ahlakî normlardır denilebilir.
Ahlakî norm "borcunu öde" diye emreder. Hukuk
düzeninde de bu ilke Borçlar Kanunu'nda çeşitli teknik ifadelerle aynı
muhtevaya gelecek şekilde emredilir. O hâlde ahlakî düzen de, hukukî düzen de
borcun ödenmesini emretmektedir. Bu emrin yerine getirilmemesi anlamına gelen
borcunu ödememe şeklindeki negatif eylem bir haksızlık olarak tezahür
etmektedir. Borcunu ödemeyen insan, ahlaka aykırı hareket ettiği için diğer
insanlar tarafından kınanır. Ancak buradaki kınanma, selam almamaya göre
haksızlık içeriği daha yoğun bir kınamadır. Bunu selam almamanın hukuki bir
yaptırıma bağlanmadığı hâlde borca aykırılığın hukukî bir yaptırıma
bağlanmasından anlıyoruz. Görüldüğü üzere kınanma içeriğine göre ahlakî eylem
ve hukukî eylem arasında bir fark meydana gelmiş, belirli bir kınanma
seviyesinin üstündeki fiiller hukuk düzeni tarafından tasvip edilmeyerek bir
yaptırıma bağlanmıştır. Borcunu ödememenin yaptırımı borcun cebren icrasıdır.
Ödenmeyen borç için alacaklı icra dairesine başvurur, borcunu kanıtlaması
hâlinde cebriicra yoluyla borçludan alacak tahsil edilir. Görüldüğü üzere bu
yaptırım, selam almayanın toplum tarafından "yiğit" olarak kabul
edilmemesi ve hakir görülmesi şeklindeki ahlakî yaptırımdan daha nitelikli bir
kınamadır.
Hukuk düzeni içerisinde, hukuk normuna aykırılık şeklinde
tezahür eden haksızlıkların çeşitli kınamalarla karşılandığı görülmektedir. Bu
kınamalar örnek verdiğimiz cebriicra gibi özel hukuk yaptırımları şekilde
tezahür edebileceği gibi, ceza hukuku yaptırımları olarak da karşımıza
çıkabilir. O hâlde ahlakla hukuk düzeni arasında olan haksızlık içeriğinin
ağırlığı noktasındaki farklılık, hukuk düzeninin kendi içerisinde de mevcuttur.
Hukuk düzeni içerisindeki her haksızlık, her norma aykırılık aynı şekilde kınanmaz.
Kimi haksızlıklar özel hukuk yaptırımlarıyla kınandıkları hâlde, kimi
haksızlıklar hapis ve adlî para cezası gibi cezaî yaptırımlarla kınanır. Bir
haksızlığın cezaî yaptırımla mı, yoksa idarî yahut hukukî bir yaptırımla mı
kınanacağı tamamıyla kanun koyucunun suç politikasının belirlediği bir şeydir.
Bu hâlde suç, ceza hukuku normunun ihlâli anlamına gelen bir
haksızlıktır. Ceza ise bu haksızlığın karşılığı olan hukuk düzeni içerisindeki
en ağır kınamadır. Bu kınama toplum tarafından, toplumsal düzen anlamını
taşıyan hukuk kuralının ihlalini yapan faile yönelmektedir. Bu anlamda ceza
hukuku kınaması bireysel bir kınama olmayıp toplum tarafından yapılan bir
kınamadır. Bu sebepledir ki ceza muhakemesini başlatmak üzere kamu davasını
açan toplumu temsille mükellef cumhuriyet savcısıdır. Mağdur, şikayetçi ve sair
herhangi bir sıfata sahip hukuk süjesi ceza mahkemelerinde dava açamaz, ancak
cumhuriyet savcılığına suç duyurusunda bulunabilir.
Ahlak bir insanı öldürmemeyi emreder, bu öyle yoğun bir
emirdir ki hukuk kuralları arasına girer, yine bu eylemin haksızlık içeriği
öylesine yoğundur ki ceza hukuku yaptırımıyla kınanır. İşte bu serüven selam
almamak, ayağın takıldığı taşa sövmek gibi haksızlık içeriği düşük ancak toplum
tarafından kınanan ahlakî haksızlığın, bir ceza normunun ihlâli anlamındaki
haksızlığa dönüşmesinin serüvenidir.
Tüm bu hikâye neticesinde şunları söylemek mümkündür
sanıyorum: Toplumsal yaşamın mevcut olduğu yerde birtakım normların mevcudiyeti
ve bu normlara aykırılıkların olacağı kuşkusuzdur. Bu haksızlıkların içerikleri
bir olmadığı gibi, bu haksızlıklara karşı toplumun geliştirdiği tepkiler de bir
değildir. Hukuk normu olamayacak derecede, burada ölçütün toplumun varlığını
devam ettirmesi olduğu belki söylenebilir, haksızlık içeriği düşük eylemler
salt ahlakî bir kınamaya tâbi tutulurlarken toplumsal yaşamın temellerine
dinamit koyan cana, mala, ırza yönelik saldırılar cezaî kınamalara tâbi
tutulmuşlardır. Üstelik cezaî kınamalar da sabit ve katı olmayıp suçun
haksızlık içeriğinin ağırlığına göre kademelendirilmiştir. Örneğin basit
yaralama kısa süreli hapis cezasıyla veya seçenek yaptırımlarla kınanırken
kendini koruyacak kudretten yoksun bir çocuğu canavarca öldürmek
ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasıyla kınanmaktadır. Haksızlık içeriğinin
yoğunluğu toplumsal ahlak kaideleriyle suç politikalarının bir eseri olarak
belirlenmektedir.
Umuyoruz ki, bir haksızlığın suç olarak belirlenmesine kadar
geçen bu serüvenin öğrenilmesi basit haksızlıklara en ağır cezaî yaptırımların
istenmesi şeklinde karşımıza çıkan sosyal medya ajitasyonlarının sonunu
getirecektir. Çünkü, görülmektedir ki bir haksızlık ceza normu hâline
gelmesinin arkasında bir mantık yatmaktadır. Bu mantığın kaybolması, amiyane
tabirle "kantarın topuzunun kaçırılması" adalet terazisini yerle
yeksan edecek, böyle bir durum da toplumun bir arada kalması imkânını ortadan
kaldıracaktır. Çünkü tarihî tecrübemiz göstermektedir ki, kınamada intikam ve
hınç duygularıyla ölçülülüğün kaçırılması ilkel toplumlarda "kan davası"
olarak karşımıza çıkan daha büyük bir haksızlığa zemin hazırlayabilmektedir. O
hâlde, adalet terazisinin ayakta kalabilmesi için ahlakî kınamayı gerektirecek
eylemlere karşı neredeyse can isteyen bir gözü dönmüşlüğe kapılmayarak
sükunetimizi korumak, herhangi bir haksızlığa karşı o haksızlığın en adil
karşılığın olan kınamayı yapmakla yetinmek gerekmektedir.
Pirali Çağrı ŞENSOY
Hukukçu
Yorumlar
Yorum Gönder