VÜCUT DOKUNULMAZLIĞI HAKKI SINIRSIZ MIDIR
Yaşamakta olduğumuz pandemi öncelikle tıp ve biyoloji biliminin sahasına giren bir sorundur. Bununla birlikte medenî dünyada ve kurmuş olduğumuz düzende herhangi bir sorunun hukuktan bağımsız ele alınması da güçtür. Gerçekten de yakın dönemde pandemi bağlamında aşı zorunluluğu, test zorunluluğu, çeşitli kısıtlamalar gibi hukuk alanında değerlendirilebilecek konular çokça gündemimize gelmektedir. Daha önce de yazılarımızda ifade ettiğimiz üzere bir görüş toplum sağlığı açısından olağanüstü bir süreç yaşadığımızı, dolayısıyla şahsî hakların toplum sağlığı amacıyla sınırlandırılabileceğini savunurken diğer bir kısım görüşse böyle bir sınırlandırmayı kabul etmemektedir. Bu ikinci görüşe göre insan temel hak ve hürriyetleri, söz gelimi aşı bakımından vücut dokunulmazlığı hakkı, kişinin mahrem ve üzerinde tek başına söz sahibi olduğu bir tasarruf alanıdır. Bu alanda devletin herhangi bir gerekçeyle müdahale yetkisi olamaz. Bu iddia doğru mudur? Gerçekten iddia edildiği gibi vücut ve daha geniş kapsamıyla hayat üzerinde devletin hiçbir tasarruf yetkisi yok mudur, olamaz mı?
Her şeyden önce şunu ifade etmek
gerekiyor: Yazımızda ele alınan/tartışılan konu mevcut pandemi düzenlemelerinin
hukuka uygunluğu ya da aykırılığı değildir. Her halükârda pandemiye ilişkin tüm
düzenlemelerin hukuka uygun olması gerekmektedir ve maalesef ki kimi zaman bu
zorunluluk ihmal edilebilmektedir. Ülkemizde de pek çok yasağın ve uygulamanın
hukukî mesnetten yoksun olduğu hukukçuların üzerinde uzlaştığı bir vakıadır.
Bununla birlikte bu uygulamaların yasal zemininin oluşturulması ve böylelikle
uygulanabilmesi başka bir konudur ve esasında yazımızın temel gayesini de ifade
etmektedir. Sözgelimi sokağa çıkma yasağı gibi temel bir hakkın kısıtlanmasının
idarenin düzenleyici işlemiyle yapılması olağanüstü halin ilanıyla mümkün
olabilir. Böyle bir hukukî durum söz konusu olmadığına göre temel hak ve
hürriyetlerin kısıtlanmasında tek yetkili merci Türkiye Büyük Millet
Meclisi'dir. Buna rağmen TBMM tarafından sokağa çıkma yasaklarına ilişkin bir
kısıtlama kararı alınmaması mevcut genelgeyle çıkarılan yasakların hukuka
aykırı olması sonucunu doğurmaktadır. Bu bilfiil durumu ifade etmektedir. Buna
karşın yazımızda tartışacağımız husus hukuk düzeni tarafından vücut
dokunulmazlığına müdahalenin meşru sayılacağı bir yasal düzenlemenin yapılıp
yapılamayacağıdır.
Özellikle ötenazi tartışmaları bu
bağlamda örnek olarak gösterilebilecek değerdedir. Kişinin kendi yaşamına kendi
iradesiyle son verdirtmesi anlamına gelen ötenazinin bir hak olup olmadığı
hukuk literatürünün tartışma alanlarından biri olduğu gibi devletten devlete
uygulamalar farklılaşabilmektedir. Yatalak bir kanser hastası ıstıraplara
katlanamayarak yakınından (veya bir sağlık personelinden) ölümü talep etse ve
bu kişi hastayı öldürse hastanın rızası geçerli olarak kabul edilecek midir?
Kimi hukuk teorisyenleri kişinin kendi bedeni ve hayatı üzerinde tasarruf
yetkisinin olduğu, acıya katlanmak yerine ölümü tercih etmeye hakkı bulunduğu
iddia edilebilir. Ancak mevcut yasal zeminde bu rızanın hiçbir geçerliliği
olmayacak, rızayla dahi olsa öldürme fiilini gerçekleştiren kişi ölüm şekline
göre kasten veya hatta nitelikli şekilde insan öldürme fiilinden yargılanacaktır.
Dolayısıyla mevcut yasalarımıza göre ötenazi bir hak değildir. İnsanların
yaşamlarını sona erdirmek yönündeki iradelerinin hukuk düzeni içerisinde
geçerliliği yoktur.
Görülüyor ki mevcut hukuk
düzenimizde kişilerin kendi yaşamları üzerinde tasarruf yetkileri hukuk
tarafından sınırlandırılabilmektedir. Bu sınırlama kişilerin iradelerine
yönelik getirilen tek sınırlama da değildir. Sözleşme serbestisinin geçerli
olduğu hukuk düzenimizde kişinin kendisini köle olarak satmasına müsaade
edilmemektedir. Her ne kadar kişi kendi iradesiyle ve tamamıyla istekli bir
şekilde bu sözleşmeye taraf olsa da sözleşme hukuk düzeni tarafından yok
hükmünde kabul edilmektedir. Bunun gibi kişilerin sağlıklarına yönelik
yaptıkları kimi davranışlar da devlet tarafından yasaklanabilmekte veya
emredilebilmektedir. Bu konuda verilebilecek örneklerden biri de uyuşturucu
kullanımıdır. Gözetim altında ve kimseye zarar vermeyeceği garanti edilse bile
kişilerin uyuşturucu kullanımları hukuk düzenimize göre yasaktır. Yine kimi tıbbî
ilaçların kullanımı, doğrudan toplumsal bir zarara yol açmadığı hâlde, şahsın
kendi sağlığına zarar vermesine izin verilmeyerek yasaklanabilmektedir. Daha
ileri bir örnek olarak emniyet kemeri kullanımı yalnızca kullanan kimsenin
sağlığına faydası olan, bir kaza esnasında başka hiç kimseye yarar sağlamayan
bir aparat olduğu hâlde emniyet kemeri kullanmak yasalarla zorunlu hâle
getirilebilmekte, hatta kullanmayan sürücülere idarî yaptırım
uygulanabilmektedir. (Bir benzer tartışma için bkz. Ölüm oruçları. Ölüm orucu
durumunda devlet kişinin ölmesine göz yumacak mıdır, yoksa yeri geldiğinde
zorla müdahale edecek midir?)
Tüm bunlar devletin kimi
durumlarda kişilerin iradeleri hilafına, bir nevi pozitif yükümlülüğün gereği
olarak, uygulamalar yapılabileceğini göstermektedir. Bunun yanında temel hak ve
hürriyetler anayasamıza ve ulusalüstü hukuka göre, hakkın özüne dokunulmamak
kaydıyla ve (kanunla olması gibi) belirli kurallara bağlı olmak koşuluyla
sınırlandırılabilir. Örneğin ifade hürriyetinin mevcudiyeti üçüncü kimselerin
onur ve şereflerine saldırılarak kullanılamaz. Veya sözgelimi malvarlığı
hakkının mevcudiyetine rağmen olağanüstü bir hâlin yaşanması, savaş veya
seferberlik ilan edilmesi durumunda anayasal usullere bağlı kalmak kaydıyla
kişilerin malvarlığına devlet tarafından el konulabilir. Bir diğer örnek ise
nesep tespitine ilişkin açılan davaların kamu düzenine ilişkin olması
dolayısıyla tarafın DNA testi vermekten kaçınamayacağı gibi uyuşturucu madde
kullandığı yönünde iddia olan şüphelinin vücudundan cebren test için kan,
tükürük gibi sıvılar alınabilmektedir. Buna rağmen taraflar "vücut
dokunulmazlığı" gibi bir temel hakkın varlığını gerekçe göstererek bu
müdahalelerden kaçınamamaktadırlar.
Kaldı ki aşılanma veya PCR
testleri salt kişisel alana ilişkin bir husus değildir. Yaşamakta olduğumuz
pandemiye sebep olan korona virüsü insandan insana bulaşmakta ve ölümlere
sebebiyet vermektedir. Kişilerin şahsî tercihleri neticesinde toplum sağlığını
etkilemekte, üçüncü kimseler bu tercihten madden veya manen zarar
görebilmektedirler. Kişilerin kendi sağlıkları üzerindeki tasarruflarında bile
koruyucu bir yükümlülüğe sahip olduğu iddiasıyla müdahalede bulunan hukuk
düzeninin üçüncü kimselerin temel haklarına müdahale sonucunu doğurabilecek
tercihler üzerinde tasarrufu evleviyetle olabilecektir.
Tüm bu açıklamalar bize
göstermektedir ki temel hak ve hürriyetlerin hiçbir şekilde
sınırlandırılamayacağını söylemek doğru bir önerme değildir. O hâlde vücut
dokunulmazlığı hakkı "hiçbir şekilde aşı zorunluluğu getirilemez" ya
da "insanlar hiçbir şekilde PCR testi vermeye zorlanamaz" şeklinde
bir yaklaşımı garanti etmemektedir. Bununla birlikte biz hukukçular açısından
önemli olan söz konusu uygulamaların anayasada ve ulusalüstü hukukta öngörülen
kriterlere uygun olarak yapılmasıdır. Biz bu uygulamaların ölçülü, tıbbî ve
bilimsel gereklere uygun olması, en önemlisi de başka bir çare olmaması gibi
şartların mevcudiyetiyle mümkün olabileceğini düşünüyoruz.
Pirali Çağrı ŞENSOY
Yorumlar
Yorum Gönder