HEKİM HAREKETİ VE “MÜJDELER” ÜZERİNE DEĞERLENDİRME

 


Anayasamızın 2'nci maddesi cumhuriyetin niteliklerini sıralarken demokratik bir yönetime sahip olduğumuzu söylüyor. Bir demokrasi olmak ne demektir? Demokratik bir pratik nasıl gelişir?

Bizde demokrasi beş yılda bir yapılan seçimle -yeni sistemle birlikte- yönetici kişinin seçildiği bir yönetim sistemi olarak gözüküyor. Bu algılayış sebebiyle halkın tamamının tek bir şahısta tezahürü olan yönetici kendisini hukuk veya yargı ile bağlı olmak mesuliyeti altında hissetmiyor, zira demokraside halk sınırlandırılamaz.

Hâlbuki demokrasi, yönetimin demosa (halka) ait olduğu bir yönetim sistemidir. Bu yönüyle demokrasi teokrasiden (Tanrı yönetimi), oligarşiden (grup yönetimi), aristokrasi (soylular yönetimi) gibi sistemlerden ayrılır. Demokrasilerde yönetimin kaynağı halktır ve halk yönetim gücünü daima aktif olarak kullanır. Yasama halk adına, yürütme halk adına, yargı halk adına yapılır, bu sebepledir ki mahkeme kararları "Yüce Türk milleti adına" ibaresiyle birlikte başlar ve millet adına hüküm verir.

Ancak hakiki bir demokraside halk yalnızca yasama, yürütme ve yargı erklerinin içinde bizzat bulunan kişilerden ibaret değildir. Devletin hiçbir kademesinde yer almayan sıradan vatandaş da yönetimin sahibidir ve bu yetkisini her an kullanmak keyfiyetine sahiptir. Halkın bu kesimlerinin yönetim hakkını kullanabilmesinin bir yolu gerçekten de temsilcilerini seçerek dolaylı olarak yasa yapım sürecine ve yürütmeye katılmasıdır. Ancak yönetim hakkının salt bu seçimlerden ibaret görülmesi iki seçim arasında halkın seçim hakkının elinden alınması anlamına gelir ki demokrasinin mantığıyla bağdaşmaz. Bu sebeple demokratik toplumlarda seçim zamanının dışında da politik bir süje olarak sivil toplum ortaya çıkar. Sivil toplum ismiyle müsemma devlet erki içerisinde yer almayan, sivil kimselerin demos (halk) olmak dolayısıyla yönetime katılmasıyla ortaya çıkar.

Sivil toplum başta meslekî olmak üzere ortak sorunlara sahip insanların bir araya gelmesiyle ve sorunlarının çözümü için devlet mekanizmalarına (yasama ve yürütmeye) baskı yapmasıyla var olur. Şehirli, medenî bir davranıştır. İş bölümünün olduğu gelişmiş toplumlarda görülür.

Demokrasinin modern anlamda bir yönetim biçimi olarak ortaya çıkmadığı dönemlerde hakkın temeli yönetim hakkını elinde bulunduran elitin (kralın, padişahın, aristokratın vs.) sivil halka hak bahşetmesiydi. Bu yönüyle sivil toplumun olmadığı toplumlarda bir hak kazanımı mevcut olmaz, ancak yöneticilerin lütufları söz konusu olabilir.

Türkiye'nin bir demokrasi olamaması, hak ve hürriyet temelli bir devlet modelini bir türlü geliştiremiyor oluşumuz daima eleştiriliyor. Türkiye'nin bir demokrasi olamamasının en büyük sebeplerinden bir tanesi olarak sivil toplumun var olmayışı görülebilir. Buna orta sınıfın mevcut olmaması, devletin total bir yaklaşıma sahip olması gerekçe gösterilebilir belki. Sebebi bir tarafa şu bir gerçek ki bir sivil toplumumuz yok.

Sivil toplum hak taleplerini politik eylemlerle duyurur. Gösteri yürüyüşleri, toplantılar, grevler hak talebi için kullanılabilecek metotlardır. Demokratik bir hukuk sistemine sahip olan ülkemizde de anayasamız sivil toplumun hak talep araçlarını ifade hürriyeti kapsamında korumuştur. Kural olarak gösteri yürüyüşü yapmak izne tâbi değildir, insanlar toplantı düzenleyerek ve dernekler kurarak organize olabilirler, sendikalaşabilir ve iş ilişkisinden kaynaklı hak taleplerini grev yaparak duyurabilir, yöneticilerini hak vermeye zorlayabilirler. Bu eylemler hukukî ve meşru hak arayış yolları olarak düzenlenmiştir. Ancak grev bir hak olarak kanunlarımızda düzenleniyor olsa da hem bunu kullanmak ayıp bir haksızlık olarak değerlendiriliyor hem de mobing korkusuyla kimse bu hakkını aklına dahi getiremiyor. Hâlbuki grev hakkının kullanılmaması sorunları çözmüyor, bilakis arttırıyor.

Grev hakkının kullanılması, toplantı veya gösteri yürüyüşlerinin yapılması veya normatif hukukun dışına çıkmayı göze alarak sivil itaatsizlik eylemlerine başvurulması bir yanıyla da samimi demokratik bir toplumun varlığını gerektirir. Filozof John Rawls'un da dikkat çektiği üzere sivil itaatsizlik eylemlerine gösterilen tahammül bir demokrasi için denektaşı olma özelliğini taşır. Zira bu nevi eylemler yapılırken görünüşte kısa süreli mağdur olan kesimlerin ahlaken eyleme desteklemeleri, en azından eyleme tahammül göstererek hak arayışı için biraz konforsuzluğu mazur görmeleri beklenir. Bu bir yanıyla ahlâkî ve insanî bir sorumluluktur, bir yanıyla da eylemler esnasında kısa vadede mağduriyetler yaşansa da elde edilecek kazanımlar uzun vadede toplumun yararını arttırır. Grev gibi hak arayış metotları ancak birbirine samimiyetle bağlı ve birbirini seven insanların var olduğu demokratik bir toplumda mümkündür. Yoksa zaten kavga etmek üzere orada olan komşusuna hınç duyan kimsenin grevi desteklemesi, hatta anlaması beklenemez. Maalesef birbiriyle kavgalı kompleksler yığını olan bizim ülkemizde bu sebeple hak arayışlarına tahammül gelişmiyor, hak arayışına girişen kimse ilk yumruğu arkasını döndüğü komşusundan yiyor.

Grevi, sokak yürüyüşlerini, en ufak bir hak arayışını bastırmaya çalışmak Cemil Meriç'in tabiriyle "tüm ateşleri yangın sanıp söndürme"ye benziyor. Böyle bir toplumun aydınlığa hakkı da yoktur, imkânı da.

Pirali Çağrı ŞENSOY

 

Bu deneme aşağıdaki habere isnaden, haberin düşündürttükleri üzerinedir:

https://www.gazetekars.com/karsta-doktorlarin-is-birakma-eylemi-vatandaslari-magdur-etti-37153h.htm

 

 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

MERKEZ VE ÇEVRE MÜCADELESİNDE TRABZON VE TRABZONSPOR

Yaşamak Üzerine Notlar: “Bu Hayatı Nasıl Yaşamak Gerekiyor” Sorusu Üzerine

Zevkler ve Renkler Tartışılır: Rölativizme/Göreceliliğe Eleştiri