SİNAN OĞAN VE TÜRKÇÜ UFUK
(BAŞLAMADAN ÖNCE: YAZAR, SİNAN OĞAN'A YÜKLEDİĞİ BU ANLAMDAN DOLAYI SONRADAN PİŞMANLIK DUYDUĞUNU HEMEN YAZININ BAŞINDA İFADE ETMEK İSTİYOR. 02.10.2023. Pirali.)
Sinan Oğan'ın bir Youtube kanalında katıldığı programı henüz izleyebildim. Programı izlemeden önce muhalefetin aday belirleme sürecinde yaşanan olayları ve birtakım politikalarını protesto etmek için ilk turda Sinan Oğan'a protesto oyu vermeyi düşünüyordum. Ancak Sinan Oğan'ı izledikten sonra fikrim değişti, artık Sinan Oğan'a Sinan Oğan olduğu için oy vermeyi düşünüyorum.
Bir Türk milliyetçisi/Türkçü
olarak Türkiye'nin aydınlık geleceğinin Türk milliyetçiliğinde/Türkçülükte
olduğuna dair bir inanç taşıyorum (Yeri gelmişken, bu yazıda Türk
milliyetçiliği ile Türkçülüğü eş anlamlı olarak kullandığımı belirtirim).
Türkiye'de Yusuf Akçura'nın tespitiyle üç siyaset yapma tarzı vardır. Bunlar
Batıcılık, İslamcılık ve Türkçülüktür (Belki bunlara azınlıkçıları da bir
dördüncü olarak ekleyebiliriz). Bu üç ideoloji Osmanlı'nın son devirlerinde
olduğu gibi bugün de hâlâ diri bir şekilde Türk siyasetine yön vermektedir. Bu
üç siyasetten yalnız Türkçülük komplekssiz bir şekilde Türklüğün menfaatini
önceleyen bir siyaset önerebilir. Çünkü bu üç siyasetten yalnızca Türkçülük
için Türklüğün bekası öncelikli hedeftir. Batıcılar için Türk milletinin
kültürü ilerlemeye manidir, bu sebeple kendimizi inkâr edip özgünlüğümüzü terk
ederek batılı bir kişiliğe bürünmemiz tek kurtuluş yoludur. İslamcılar içinse
Türklüğün özü ve aydınlık geleceğinin nerede olduğunun bir önemi yoktur, mühim
olan dogmaları tam olarak yaşayabildikleri bir toplumun mevcudiyetidir.
Yalnızca Türkçüler Ziya Gökalp'ın formülasyonuyla aynı anda Türkleşmek,
İslamlaşmak ve Muasırlaşmak iddiasını taşırlar. Kendisine yabancılaşmadan ve millî
kültürüne sahip çıkarak çağa ve dünyaya intibak sağlamak bu üç ideoloji
arasında en çok Türkçülük için kolaydır. Türkçülük için öncelikli olan Türk
milletinin çıkarları olduğundan Türkçülük her iki fikirden de istifade
edebilecek özgüvene sahiptir. Türkçülük dışındaki iki siyasî temayülün
birbiriyle diyaloğa ve diyalektiğe girmesi mümkün değilken Türkçülük bu her iki
temayülden de istifade edebilir, bu temayülleri kapsayarak aşabilir. Bu
pozisyonu Türkçülüğü Türkiye için tek seçenek kılmaktadır.
Bununla birlikte bu üç siyasî
temayülden bugün itibariyle en güçten düşmüş görüneni de yine Türkçülüktür. Bu
güçsüzlüğün Türkçülük dışında pek çok sebebi vardır. Ancak Türkçülerin de
hepten kabahatsiz olduğunu söylemek mümkün değildir. Yine Yusuf Akçura Siyaset ve
İktisat kitabında Türkçülüğün iki tarzı üzerine bir ayrım yapmıştı. Bu ayrıma
göre iki tür Türkçülük yapma tarzı vardır. Bunlardan birincisi emperyalist,
saldırgan, taşralı ve antidemokratik bir Türkçülüktür. İkincisiyse hukuka
dayalı, savunmacı, şehirli ve demokratik bir Türkçülüktür. Türkiye'nin (ve
hatta belki de dünyanın) tarihî tecrübesi ve sosyolojisi bu iki Türkçülük
tarzından ilkinin daha ön plana çıkmasına sebebiyet vermiştir. Üstelik ilki
şovenizme ve slogana dayandığından ilk tarz Türkçülüğü benimsemek sıradan
kimseler için de daha kolaydır. Ancak bu ilk tarz Türkçülüğün fikrî olarak
gelişip serpilmesi, fikrî arenada ideolojilerle mücadele edebilmesi tabiatı
itibarıyla mümkün değildir.
Bugün Türk siyaseti içerisinde
şöyle veya böyle Türkçülük iddiasında olan dört parti bulunmaktadır. Bunlar;
artık kendisine bile hayrı kalmayan iktidarda olan partiden kendisini ayırt
etmekte bile güçlük çeken ve devleti iktidar partisiyle özdeşleştirerek tamamen
hikmetihükümetçi bir politikaya bürünen Milliyetçi Hareket Partisi, İslamcı
ideolojiyi Türklüğünün önüne geçiren ve kurucu genel başkanının vefatından
sonra gözden hepten düşen Büyük Birlik Partisi, siyasetini sırf mevcut iktidara
muhalefet üzerinden konumlandırarak bu uğurda batıcılarla neoliberallerin arkasına
takılan ve buna rağmen bu güruh için ayrılıkçılar daha muteber olmayı bir türlü
başaramayan İyi Parti ve son olarak ortaya rasyonel hiçbir politika koyamayan
salt şovenizm üreten Zafer Partisi'dir. Bu siyasî partilerin politikalarında
Türkçülükten izler ve bazı benzerlikler olmakla birlikte hiçbirisi otonomi
sahibi olmadığından, diğer bir deyişle hepsi bir başka Türkçülük dışındaki ve
hatta aleyhindeki siyasî ideolojinin peşine takıldığından Türkçülüğe liderlik
yapabilecek veya doktrin üretebilecek pozisyonda değildir. Hâl böyle olunca
Türkçülerin kaderine de siyasî konjonktüre göre ya Türklüğün menfaatine en
uygun düşen siyasî eğilime meyletmek veya bütünüyle siyasete küsüp köşesine
çekilmek kalmaktadır.
Böyle bir konjonktürde Türk
milliyetçiliğini zaten ayaklar altına almış olan ve iktidarı süresince
Türkçülük aleyhine nice faaliyetler yürüten bunun da yanında bugün artık Türk
milletine ve devletine açıkça zararlı olmaya başlayan iktidarın değişmesi Türkçü
düşünceye sahip insanların ortak kanaatidir. Ancak alternatif olarak ortaya
çıkan karşı cenahta Türk milliyetçiliğinin ayaklar altına alınmasına ve Türk
devletinin bugünkü kötü sistemine müsebbip olan insanların da içerisinde yer
aldığı, "ya biz ya eski sistemin devamı ha!" diye millete şantaj
yapan ve milletin anketlerle ortaya koyduğu beklentilere ukalaca meydan okuyan
bir kalabalık bulunmaktadır. Bu iki kötü arasından iyiyi seçmek Türk
milliyetçiliğinin on yıllardır kaderi olan bir durum. Bununla birlikte Zafer
Partisi'nin de içinde bulunduğu Ata İttifakı bir Türk milliyetçi olan Sinan
Oğan'ı aday göstermişse de hem Sinan Oğan'ın siyasî konjonktür içinde seçilmesi
pek mümkün gözükmemektedir hem de kendisini aday gösteren Zafer Partisi'nin
slogan atmaktan ve kaba bir şovenizm yapmaktan başka rasyonel bir politikası
olmaması Oğan'ın hanesine eksi olarak yazmaktadır. Bu düşüncelere sahipken
Sinan Oğan'ın programdaki konuşmaları izledim ve Zafer Partisi'nden farkını
gördüm. Oğan Türk milliyetçilerinin yakından tanıdığı bir kimsedir. Tüm
cumhurbaşkanı adayları arasında tahsil itibarıyla da fikrî donanım itibarıyla
da ve görünen o ki ahlak itibarıyla da en tercih edilesi isimdir. Ve yine
görünen o ki "şu gitsin bu gelsin"ci diğer üç adayın dışında gerçekten
bir ufuk sahibi olan tek aday da Sinan Oğan'dır. Böyle olunca "neden
protesto için Oğan'a oy veriyorum, bilakis Oğan'ın bu ufku için Oğan'a oy
vermeliyim" diye düşündüm.
Açıkçası Sinan Oğan'ın veya
herhangi bir kimsenin şahsı Türkçülük için mühim değildir. Oğan'ın veya başka
bir kimsenin tüm fikirlerine katılmak aklı başına otonomi ve onur sahibi bir
insan için zaten mümkün değildir. Mühim olan Türk milliyetçiliğinin sahip
olduğu potansiyele uygun bir ufkun çizilmesidir ki görebildiğim kadarıyla Oğan
bu ufka sahip. Bugün Türk gençleri kendi milletinden utanmakta ve bireysel
menfaatlerini yurtdışında gördüklerinden memleketlerini terk etmektedirler. Bu
"giderlerse gitsinler" diye kaba bir siyasetle geçiştirilebilecek bir
kayıp değildir. Türkiye'nin yetişmiş doktorları, mühendisleri, hukukçuları
yurtdışına giderken Türkiye'ye savaş ve hapis kaçkını yabancılar doluşmaktadır.
Dünyanın gelişmiş ülkeleri memleketlerini daha yaşanabilir yaparak dünyanın
yetişmiş beyinleri için cazibe merkezi hâline gelmeye çalışırken Türkiye'nin
kendi yetişmiş insanından vazgeçebilmesi düşünülemez. Kendi gençlerini korkutup
kaçıran hatta siyasî düşünceleri ve dünya görüşleri dolayısıyla
üniversitelerden uzaklaştıran iş imkânı sunmayan bir yaklaşımın Türkiye'yi
kalkındırması düşünülemez. (Başka bir yazının konusu olduğundan burada
ayrıntılandırmak istemesem de şu kadarını söylemeliyim: Türkçüler ülke
içerisinde kendisine en uzak ideolojik görüşe sahip tek bir insanı bile
kaybetmeyi göze alamamalıdır. Haklı olduğu iddiasındaki bir hareketin bu
kimseyi de iknâ edebilmesi, diyalog kurabilecek özgüvene sahip olması gerekir.
Aklın ve evrensel hukukun ölçütlerine uygun böyle bir yaklaşım sergilendiğinde
en yabancı görünen insandan bile memleketin menfaatine faydalanılabilecek ve
barış içinde yaşamanın mümkün olduğu görülecektir.)
Dahası Türkiye'de artık bir
milletin varlığından bahsetmenin mümkünatı bile şüphelidir. Birbirine düşman ve
imkân geçtiğinde hayat tarzını bir diğerine dayatmaya hazır dogmatik ve
rasyonaliteden uzak iki kutbun arasında bölünmüş vaziyettedir Türk milleti.
Türkiye'de aklın terkedildiği, rasyonel otoritenin gelişemediği iradeci bir
siyasî yaklaşım hâkimdir. Bu tavır yalnızca iktidardaki siyasî partilerin
değil, iktidara muhalefet eden siyasî partilerin de sahip olduğu hastalıklı bir
tavırdır. Türkiye'nin şehirli, demokratik ve akla dayanan bir siyasî anlayışa
ihtiyacı vardır. Şehirliliği alkol ve açıklıkla, demokrasiyi sağ değil de sol
olmakla anlamlandıran sığ yaklaşımın yerine kategorik düşünebilen, refleksleri
yerine eylem sebeplerini rasyonel argümanlarla temellendirebilen bir anlayış
gerekmektedir. Akıl akılla uzlaşır, irade ise iradeyle uzlaşamaz. Bu sebeple
akıl ortak paydasında birleşmek ve bir bütün hâlinde herkesin emeğini ortaya
koyduğu, karşılığında da kimsenin şu parti bu şehir o fikir diye kayırılmadığı,
herkesin üretilen huzur ve üründen rasyonel olmayan hiçbir ayrıma tâbi
tutulmadan istifade edebildiği bir Türkiye inşâ edilmelidir. Bunu
sağlayabilecek tek yol Türkçülüktür. Çünkü Türkçüler komplekssiz ve siyasî varlığını
başka hiçbir kavrama referans vermeden doğrudan Türklüğü amaç edinmekle izah
edebilen, böylelikle Türk milletinin evrensel ahlak ve etik ilkelerle uyumlu
menfaatlerini koruyup yükseltebilecek, cumhuriyetin koduna tekrar işlerlik
kazandırabilecek tek anlayıştır.
Türkçülüğün öncelikli amacı Türk
milletini insanlık içerisinde hak ettiği şerefli konuma yükseltmektir. Küresel
çapta barış ve iş birliğinin hâkim olduğu bir dünyanın kurulabilmesine öncü
ülkelerden biri olan memleketi içerisinde huzur ve mutluluğun hâkim olduğu ve
her bir Türk'ün şerefli ve mutlu yaşadığı bir Türkiye'yi inşâ etmek için
demokratik, hukuka ve insan haklarına saygılı, şehirli bir Türkçülüğün
Türkiye'nin hâkim ideolojisi olması gerekir. Bunun için var gücümüzle
çalışacağız. Çalışan herkesi de destekleyecek ve ayakta alkışlayacağız!
27.04.2023
Pirali Çağrı ŞENSOY
Yorumlar
Yorum Gönder