YURTDIŞINA KAÇIŞ NEDEN AHLÂKA AYKIRIDIR
YURTDIŞINA
KAÇIŞ NEDEN AHLÂKA AYKIRIDIR
Son yıllarda sosyal mecralarda veya gençler arasındaki masabaşı sohbetlerde “yurtdışına gitmek” çokça gündeme gelen bir konudur. Bu düşünceyi aklından geçiren gençlerin kimi haklı motivasyonları da vardır: Gençler yıllarca emek ediyorlar ve yaklaşık yirmi sene boyunca eğitim alıp sonrasında bu emeklerinin karşılığını görmek istiyorlar. Fakat eğitim ve liyakatin yerine sadakat ve asabiyetin ön plana geçince emeklerinin karşılığını almak şöyle dursun çoğu zaman boğaz tokluğuna yaşamak mecburiyetinde kalıyorlar. Üstelik maddî olarak tatmin olamadıkları gibi çoğu nitelikli meslek mensubu şiddete, horlanmaya muhatap oluyor. Yazımızın konusu olmayan çeşitli sosyolojik sebeplerle eğitimli genç nüfus manevî baskıya da maruz kalıyor. Bunun akabinde bazı kötü niyetli kışkırtmaların da etkisiyle gençler için yurtdışına kaçmak, kendini bir şekilde buradan kurtarmak fikri ortaya çıkıyor. Biz bu yazıda söz konusu düşünceyi ahlâkî yönden ele alacağız. Bunu yaparken slogan atmayı ya da yaşlı bilmişliği taslamayı (gençlerin tabiriyle boomerlık yapmayı) bir yöntem olarak benimsemeyeceğiz. Zaten yurtdışına gitmek isteyen veya giden kimseleri ahlâksızlıkla suçlamak haddimiz değildir. Buradaki akıl yürütme kişilerden soyutlanarak tamamen rasyonel düzeyde yapılan bir sorgulamadır. Kanaatimce ahlâk dışa değil içe dönük olmalı yani başkalarının ne yapması gerektiğini buyurmak değil “ben nasıl davranmalıyım” sorusuna cevap olmalıdır. Dışa dönük normatifliği sağlayan müessese ahlâk değil hukuktur. Biz fikrimizi tamamen rasyonel temellendirmeye yerleştirmeye ve tartışmayı etik ahlâkî felsefî düzlemde yürütmeye çalışacağız.
AHLÂKÎ EYLEM NEYE DAYANIR?
İnsan
eylemlerinin çeşitli kaynakları vardır. Bu kaynakların bir kısmı duygusal veya
refleksif olabilir fakat bunlar konumuz dışıdır. Örneğin bir kimse bir yakınını
kaybeder ve kendisine o yakınını hatırlatan her şeyden uzaklaştırmak isteyerek
yurtdışına gider. Biz bu gibi durumları ele almayacağız. Biz akla dayanan
rasyonel eylemleri tartışacağız.
Ahlâk felsefesinin geldiği noktada iki ahlâk teorisi öne çıkmaktadır. Bu teoriler
fayda ve ödev teorileridir. Fayda
teorisi bir eylemin ahlâkî değerini toplumun genel faydasına olan etkisi bakımından değerlendirmektedir. Bir
eylem toplumun genel faydasını artırıyorsa o eylem ahlâkî, tam tersine genel
faydayı azaltıyorsa o eylem gayriahlâkî
bir eylemdir. Ödev teorisine göreyse
bir eylemin faydasına bakmak o eylemi
ahlâkî olmaktan çıkartacaktır. Bir
eylemi ahlâkî kılan sadece ve sadece
akıldan çıkan pratik yasalara uyumlu olmasıdır. Bu pratik yasaların ortaya
koyduğu ödevleri gerçekleştirmek ahlâkîyken bu yasalara aykırı davranmak
ahlâksız eylem olarak tebarüz
edecektir. Ne demek istediğimiz aşağıdaki açıklamalarda daha iyi anlaşılacaktır.
O sebeple bu teorilere biraz daha yakından bakalım.
Fayda: Biraz Sosyal Bilim ve Oyun Teorisi
Her iki ahlâk teorisinin köklerini de
antikiteye kadar götürmek mümkün olsa da modern ahlâk teorisinde fayda
denildiğinde akla Bentham gelmektedir. Jeremy Bentham’a göre eylemin ahlâkîliği en çok sayıda kişinin en
büyük mutluluğuna (ya da eş anlamlı olarak yararına, hazzına veya faydasına) hizmet etmesine göre bulunur.
Toplumun genel mutluluğu teker teker
bireylerin mutluluklarının
toplanmasında yatmaktadır. O hâlde eylem bu genel yararı artırıyorsa ahlâkî, tam tersine azaltıyorsa ahlâksızdır.
Modern dünya Bentham’ın faydacı kuramından oldukça etkilenmiştir. Kapitalizm Bentham’ın düşüncesini kabul etmiş ve bunu geliştirmiştir: Herkes toplumun bir ferdi olduğuna göre kişinin kendi mutluluğunu artırması toplumun genel mutluluğunu da artıracaktır. O hâlde herkes kendi şahsî mutluluğunu artırmaya çalışmalıdır.
Kapitalizmin bu düşüncesine bir eleştiri sosyal bilimler alanında toplum davranışını anlamlandırmak üzerine ortaya koyulan oyun teorisi tarafından eleştirilerek revize edilmiştir. Bu teori toplum eylemlerini oyuna benzeterek karikatürize etmek ve anlamak niyetindedir. En bilinen örneği tutsak ikilemidir: Bir suç dolayısıyla yakalanan iki suçluya savcı bir teklifle gider. Şayet her iki suçlu da suçunu itiraf ederse beşer yıl hapis cezası alacaklardır. Fakat bir suçlu suçunu itiraf etmez de diğer arkadaşı itiraf ederse suçunu itiraf etmeyen on yıl hapis cezası alırken suçunu itiraf eden affedilecek ve hapis cezasından kurtulacaktır. Ve tabiî şayet her ikisi de suçu inkâr ederlerse mevcut delillerle sadece bir yıl hapis cezasına çarptırılabileceklerdir. Burada en kârlı olanın her ikisinin de suçunu inkâr etmesi olduğu açıktır. Ancak suçluların birbiriyle iletişim kurmaları mümkün değildir. Böyle olunca da diğerinin suçu itiraf etmesi riski her zaman mevzubahistir ve böyle bir ihtimalde inkâr etmek 10 yıl hapis cezası anlamını taşır. Bu alınabilecek bir risk değildir. Yapılan araştırmalar böyle bir durumda genellikle diğer kişinin suçu itiraf edeceği korkusuyla her iki suçlunun da suçunu itiraf etme stratejisini benimsediğini gösteriyor.Akıl Oyunları
filmiyle popülerlik kazanan ünlü matematikçi John Nash’in oyun teorisine yaptığı katkı da tam bu ikilemde ortaya çıkmaktadır.
Klasik ekonominin kurucusu Adam Smith’e ve klasik liberalizme göre toplum faydasını artırmak için en doğru
strateji kişinin kendi çıkarına göre hareket etmesidir. Tersten söylersek kişinin
kendi çıkarına göre hareket etmesi durumunda toplum için en faydalı
durum ortaya çıkacaktır. Fakat oyun
teorisi bize göstermiştir ki kişinin toplumdan
izole olarak kendi kârını maksimize
etmeye çalıştığı durumlarda esasında hem toplum
hem de birey için en faydalı durumun ortaya çıkmamaktadır. Şayet
en yüksek faydaya ulaşılmak
isteniyorsa kişi eylemini gerçekleştirirken yalnızca şahsî faydasını değil aynı zamanda diğerlerinin faydasını da düşünmelidir. Şayet
herkes bu bilinçle hareket ederse en büyük toplum
faydası elde edilebilir. Ancak birileri bu düşüncenin dışına çıkarsa bu
kişiler çok büyük kâr elde ederken düşüncenin dışına çıkmayan kişiler bundan
olumsuz yönde etkilenecektir.
Bunu siyaset
kuramında kullanılan şöyle bir örnekle gösterebiliriz: Balıkçılık yapılan bir
göl düşünün. Bu gölde bir veya iki balıkçının avlanması balık nüfusunu olumsuz
etkilememektedir. Fakat tüm yöre halkının avlanması balık nüfusu için
tehlikelidir. Bu sebeple yöre halkı bir karar almış ve balık nüfusu belirli bir
seviyeye gelene kadar balık avlamamaya karar vermiştir. Böyle bir durumda kimse
balık avlamazsa gerçekten yöre halkının faydasına bir durum ortaya çıkacaktır.
Fakat içlerinden birisi gidip de bu yasağı delerse esasında büyük bir kâr elde
edecek, normalde herkes avlandığında avlayabildiği balığın belki de üç beş katı
kadar balık avlayabilecektir. Fakat onun bu davranışı diğer balıkçıların da
tekrar avlanmasına sebebiyet verecek ve nihayet toplumun aleyhine olan durum ortaya çıkacaktır. Kısacası ya toplumun faydası gözetilerek şahsî faydadan taviz verilecek ya da
birileri toplumdaki diğerlerinin
aleyhine olacak şekilde fayda elde edecektir.
Ödev: Kant’a Dönelim
Bu kadar faydadan sonra biraz da farklı bir etik
yaklaşımı, Kant’ın ödev anlayışını
ele almak istiyorum. Burada bambaşka bir ahlâkî
yaklaşım söz konusudur. Kant’a göre bir eyleme ahlâkîliğini veren o eylemin sırf akla dayanılarak yapılmış
olmasıdır. Bir eylemin akla dayalı bir ödev
olması dışında bir maksime dayanması
ise eylemi ahlâkîlikten çıkartır. Diğer
bir söyleyişle, önceki anlayışta olduğunun aksine bir eylemin faydasını hesaplamak Kant’ın
yaklaşımına göre eylemi ahlâkî
olmaktan çıkartacaktır. Bir eylem faydalı
olsun ya da olmasın yapılması gerekiyorsa sırf yapılması gerektiği için yapılmalıdır.
Bu kategorik imperatifin bir başka formülüyle de izah edilebilir: Her insan
hem kendisini hem de diğer insanları kendinde amaç olarak görmeli ve saygı
duymalıdır. Diğer bir deyişle eylemim amacımı gerçekleştirmek yolunda bir
başka insanı araçlaştırmamalıdır. Biraz evvel yukarıda ifade ettiğimiz gibi
yalan söylemek başkalarının doğru konuşması şartıyla mümkündür. Bir kimse yalan
söylediğinde doğru konuşan insanların bu davranışını kendi yalanının bir aracı
hâline getirmektedir. O hâlde bu eylem ahlâkî
bir eylem değildir.
YURTDIŞINA GİTMEK NEDEN GAYRİAHLÂKÎ
Yukarıda hem faydacı hem de ödeve dayalı ahlâk anlayışları
kısaca ifade edilmiştir. Şimdi yurtdışına gidiş düşüncesini bu ahlâk anlayışlarına da dayanarak
eleştireceğiz.
Her şeyden
önce yukarıda da ifade ettiğimiz gibi gençlerin bu düşünceye kapılmasında
oldukça haklı motivasyonları vardır. Ve yine yukarıda söylediğimiz gibi
yurtdışına giden kişileri ahlâksızlıkla
suçlamak haddimize de değildir. Burada yukarıda ele aldığımız etik teorileri
somut olaya uygulamak ve problemimizin ahlâkî
tavsifini felsefî düzlemde yapmak niyetindeyiz.
Yukarıda ele
alınan iki ahlâk teorisini kısaca
hatırlayacak olursa fayda teorisine
göre bir eylemi ahlâklı yapan toplumun genel faydasına hizmet etmesidir. Buna göre ahlâklı bir eylem salt şahsî
faydaya dayanmaz. Bir kişi
eyleminde hem kendi hem de grubun toplum
faydasını dikkate alarak hareket etmelidir. Ödev ahlâkında ise eylemin
ahlâkîliğini belirleyen saikidir.
Eylem aklın yani kategorik
düşüncenin zorunlu emirlerine diğer bir tabirle ödevlerine dayalı olarak gerçekleşiyorsa ahlâkîdir. Kategorik imperatifi belirlerken de eylem maksiminin evrenselleştirilebilirliği
bir kriter olarak ifade edilmektedir. Peki yurtdışına gitme düşüncesi
yukarıdaki ahlâk teorilerine göre ahlâkî midir?
Öncelikle fayda düşüncesine göre bakalım: Yurtdışına
kaçış planı yapanlar bu planlarını toplumun
faydasını değil salt şahsî faydalarını
düşünerek yapmaktadır. Zira yurtdışına gitmek isteyen gençlerimiz daha müreffeh
bir hayat sürmek, daha çok gelir elde etmek gibi salt şahsî maksimlerle hareket etmektedirler.
Bunlar bir insanın en doğal talepleridir elbette, kimsenin bu taleplerden
dolayı kınanması mümkün değildir. Fakat yurtdışına giderek şahsî faydayı
artırmanın toplum faydasına
katkısı olmadığı gibi zararı söz konusudur. Nedir bu zararlar? En başta nitelikli iş gücünün kaybı. Toplum doktorunu mühendisini
kaybettiğinde nitelikli iş gücü
açığı ortaya çıkacak ve örneğin toplumun
sağlık talepleri karşılanamayacaktır. Yine nitelikli,
eğitimli ve kültürlü insanını kaybetmek sosyal açıdan da sorunlar doğurur.
Çünkü kalan nüfusta eğitimli oranı
azalacak, bu da hem tüm toplumun hem
de kalan eğitimli insanların
hayatlarını olumsuz yönde etkileyecektir. Toplumun
toplam faydasını artıracak olan düşüncenin
eğitimli insanların gitmek yerine
kalması, dayanışma
içerisine girerek toplumun
kalitesini düşüren kimselerle mücadele etmesi olduğu açıktır. Bu oyun teorisiyle birlikte bakıldığında
hem toplam hem de şahsî fayda artıran en kârlı seçenektir.
PEKİ NE YAPMALI?
Yurtdışına
gidişlerin duygusal sebepleri olabilir. İnsanlar korktukları için artık
çalışamaz hâle gelip yurtdışına gitmiş olabilirler. Bu insanları kınamak değil
anlamak gerekir. Ancak hem faydacı
hem de ödev ahlâkına dayanan bir perspektiften yapılması gereken zor da olsa
kalıp mücadele etmektir.
Bir defa neden
yurtdışına, sözgelimi Almanya’ya, gitmek isteniyor? Çünkü Almanya insanlarının
yasalara uymasıyla bilinen bir ülke. Peki bizzat yurtdışına gidenler de dâhil
olmak üzere kaç Türk vatandaşında yasalara uyma bilinci var? Yurtdışına
gittiğinde yasalara uyan bir Türk neden kendi ülkesinde yasalara uymamayı
tercih ediyor? Gidenlerin hepsi ahlâklı
olduğu, buradaki ahlâksızlığa
tahammül edemediği için gitmiyor elbette. Kimisi sırf bencil olduğu, kendisinden
başkasını düşünmediği, ahlâkîliği
hiç umursamadığı için gidiyor. Hayatı daha lüks otomobile binmek, daha lezzetli
yemekler yemek, daha seksi kadınlarla veya erkeklerle birlikte olmak olarak
gören ve bu sebeple “pisliğinizde boğulun” diye buraya arkasına tükürerek
gidenler var. Bunlar gittiği için çok mutlu olmalıyız aslında.
Ahlâklı, gerçekten çıkış yolu
bulamadığı için gitmeyi bir seçenek olarak değerlendiren samimî kimseler içinse
şunlar söylenebilir: Almanya’ya gitmek yerine ülkemizde yasalara uysak, ahlâklı kimseler olarak dayanışmaya girerek bu
ülkenin huzurunu bozanlarla mücadele edip onları yasaya uymaya zorlasak
çok daha iyi olmaz mı? Anneniz, babanız, kardeşiniz veya çok sevdiğiniz arkadaşınız…
birilerini muhakkak geride bırakacaksınız. Hepsini bavulunuza koyup
götüremezsiniz. Onlar mutluluğu hak etmiyorlar mı? Onların mutsuzluğuna rağmen
gittiğiniz yerde mutlu, huzur içinde yaşayabilecek misiniz? Üstelik Türkiye’yi
yasalara uymayan insanların memleketi hâlinden çıkartıp da yasalara uyulan müreffeh
bir ülke yapsak bu tüm insanlık için daha iyisi olmaz mı? Almanya’yı böylesine
memleket hâline getiren atalarının mücadeleleriydi. Tıpkı ülkemizdeki güzel
şeyleri bizim de atalarımızın mücadelelerine borçlu olmamız gibi. Gazi başbuğun
ve kurtuluş savaşında hayatlarını ortaya koyan kahramanlarımızın ve
şehitlerimizin şahsî faydasını
düşünerek Almanya’ya kaçtığını düşünsenize! Bizler de gelecek kuşaklarımız
bu güzel topraklarda barış ve huzur içinde yaşasınlar diye mücadele etmekle
borçlu değil miyiz?
Kanaatimce ahlâklı insan ertesi gün öleceğini bile
bile ağaç diken insandır. Bu insan o ağacın altında serinlemeyeceğini, ağacın
meyvesinden yiyemeyeceğini bilir. Fakat yine de o ağacı diker.
17.10.2023
Pirali
Çağrı ŞENSOY
Yorumlar
Yorum Gönder