Zevkler ve Renkler Tartışılır: Rölativizme/Göreceliliğe Eleştiri
En güzel renk (Temsili) |
Bu blog yazısında rölativizmin bir eleştirisini yapacak,
zevklerin ve renklerin gayet tartışılabilir olduğunu, dahası zevkler ve renklerde
de doğrular olduğunu iddia edeceğiz. Ancak bu yazının bir blog yazısı olması
hasebiyle olabildiğince felsefî terminolojiden uzak kalmaya ve örneklerimizi
somutlaştırmaya gayret edeceğiz.
Rölativizm Ne Diyor
Öncelikle bilgi üzerine bazı kavramları belirginleştirmekte
fayda görüyoruz. Bilgi özne/süje ile nesne/obje arasında kurulan bir çeşit
bağdır. Özne bilmek istediği nesneye dair zihninde bir yargı taşır. Henüz bilgi
hâline gelmemiş bu yargı bir kanaat, tahmin, sanı veya düşünce olabilir. Ne
zaman ki kanaat özne için kesin bir yargı hâline gelir, o zaman kanaatin
bilgiye dönüştüğü söylenebilir. Ancak bir kanaatin bilgi olması, bu bilginin
doğruluğunu kendi başına temin etmez. Şayet bilgi nesnenin kendi gerçekliğiyle
(hakikatiyle) uyum içerisindeyse ancak o zaman bu bilgi doğru bilgi hâline
gelir, şayet bilgi nesnenin hakikatiyle çelişki arz ediyorsa o hâlde bu bilginin
doğruluk değeri yanlış olur. İnsanların aynı nesneye dair bilgileri çoğu zaman
farklılık arz eder. Böyle bir farklılık mevzubahis olduğunda hemen tartışma
başlar ve kendi bilgilerinin nesnenin hakikatiyle daha uyumlu olduğunu
kanıtlamaya çalışırlar. (Elbette ta ki bir “çok bilmiş” zevklerin ve renklerin tartışılamayacağı
dogmasını savurana kadar!)
Görüldüğü gibi bilgi özne ve nesnenin karşılıklı bir
ilişkisiyle ortaya çıkmaktadır. Yazımızın konusunu teşkil eden rölativizm tam
da bu noktadan beslenmektedir. Rölativistlere göre bilgi ilişkisinde özne
konumunda olan her bir insan (birey) bir diğerinden farklıdır. İki kişinin aynı
bilgi konusuna ilişkin bilgileri karşılaştırıldığında bu ilişkilerdeki nesne değişmese
bile özne değiştiğinden ortaya farklı bir bilgi çıkar. Zira her bireyin nesne
ile olan bilgi ilişkisi biriciktir. O hâlde rölativistlere göre bir bilgi
sadece o bilginin öznesi olan birey için geçerli olmalıdır. Bilgi “o bireye
göre” doğrudur ve “göre”ye dayanan bu bilgi diğer bireylere dayatılamaz.
Rölativizmin bu karikatürize hâlinin aşırı bir rölativist
yaklaşımı temsil eder gibi gözüktüğü düşünülebilir. Ancak rölativist olmayan
kimi akımlar, farklı alanlarda rölativist bir yaklaşım sergileyebilmekte ya da
rölativist argümanları fikirlerine bir kalkan olarak kullanabilmektedir. Şöyle
ki, aşırı rölativist yaklaşım yukarıda ifade ettiğimiz mantıkî dayanaklardan
yola çıkarak fizik dünya dâhil her türlü bilginin kişiden kişiye değiştiğini,
göreceli olduğunu iddia eder. (Üstelik bugün fizik dünyasında ortaya çıkan
kuantum buluşlarla rölativistlerin iddiası bir nebze de güçlenmiştir.) Ancak böyle
bir yaklaşımın belirliliğe sahip olmaması doğa bilimleri yapmaya da kapitalist
bir ekonomik düzen geliştirmeye de elverişli değildir. Bu sebeple pozitivist
yaklaşımlar doğa bilimleri alanında kesin bilgi arayışına girişmiş ve bilgiyi
“factum”a (orada olan, olgu) dayandırarak ampirik bilginin nesnenin yapısından
kaynaklı olarak kişiden kişiye “göre” değişmeyeceği iddiasını ortaya atmıştır. Bununla
birlikte pozitivistler doğa bilimleri (Naturwissenschaft) alanında rölativizmi
eleştirmekteyse de -sosyal, kültürel, tinsel vs olarak da isimlendirilmiş olan Kultur(/Geistes)wissenschaft-
değerler alanında ya böyle bir alanın varlığını tümden inkâr yolunu seçerek
katı materyalist bir tutuma girişirler ya da bu alanın göreceli olduğu
yönündeki iddiayı sürdürürler. Biz bu blog yazısında rölativizmi tümden
eleştiriyoruz: Tıpkı doğa alanında olduğu gibi değerler alanında da rölativizmin
savunulamaz olduğunu iddia ediyoruz.
Hakikatin Bilinemezliği, Yokluğu veya Rölativizmi
Anlamına Gelmez
İnsanlar arasındaki tartışma ve farklı fikirler nesneye dair
farklı bilgilere sahip olmaktan kaynaklanmadır. Bu durumda “öznenin sahip
olduğu bilginin, nesnenin hakikatiyle uyum içerisinde olduğuna nasıl
güvenilebilir” sorusu önemli bir problem hâline gelmektedir. Bu soru bilgi
felsefesinin temel sorunlarından bir tanesi olup cevaplanması bizim blog
yazımızın kapsam ve maksadı dışındadır. Ancak blog yazımız açısından bu sorunun
değeri şuradadır: Bir bilginin doğruluğunun kanıtlanamaması bilginin konusu
olan nesnenin bir hakikati olmadığı ya da her özneye göre farklı bir hakikate
sahip olduğu anlamına mı gelir?
Bilgi bir yönüyle bilgi felsefesi (epistemoloji) problemidir
ancak bir başka yönüyle de varlık felsefesi (ontoloji) problemidir. Gerçekten
de doğru bilginin yani diğer bir söyleyişle nesnenin hakikatinin bilgisinin
nasıl elde edileceği sorusuyla nesnenin bir varlık olarak hakikate sahip olup
olmadığı sorusu farklı bir sorudur.
Bunu şöyle bir kurgusal örnekle izah etmeye çalışacağız: Beş
şıktan oluşan çok zor bir test sorusu hayâl ediniz. Sorunun yazarı olan
öğretmen bu şıklardan sadece birisini doğru olarak belirlemiş ve bu soruyu 100
kişiden oluşan bir öğrenci topluluğuna sormuştur. Öğrencilerin sınav esnasında
birbirleriyle soru üzerine konuşup tartışmaları serbest bırakılmıştır.
Öğrenciler birbirlerine fikirlerini sorduklarında 20 tanesinin A, 20 tanesinin
B, 20 tanesinin C, 20 tanesinin D ve nihayet 20 tanesinin de E seçeneğini
düşündüğü görülmüştür. Öğrenciler arasından bir tane cin fikirlinin çıkıp da
“bu konuda hepimiz birbirimizden farklı düşünüyoruz o hâlde bu sorunun bir
doğru cevabı yok” ya da “ben bu sorunun cevabının A olduğunu düşünüyorum, bana
göre A’dır; sen B olduğunu düşünüyorsan demek ki sana göre de B’dir” demesi ne
kadar mantığa uygun olur? Şayet öğrenciler birbirlerinin cevaplarına büyük bir
saygı duyar ve “kimse kimsenin cevabına karışamaz” derlerse öğretmen notları
açıkladığında 80 tanesi büyük bir şok yaşayacaktır.
İkinci bir örneği de şu şekilde verebiliriz: Gözleriyle
uzunluğu çok iyi tahmin edebildikleri iddiasında olan bir grup arkadaş yolda
gördükleri tahta parçasının boyu üzerine iddiaya girişirler. Beş arkadaş
sırasıyla çubuğun boyunun 4, 5, 6, 7 ve 8 santimetre olduğunu iddia ederler.
Ardından içlerinden bir cin fikirli çıkarak “bu tahtanın boyu bana göre 4 cmdir,
size göre daha uzun olabilir, bu benim doğrum” diyerek tartışmayı bitirir.
Hâlbuki bir altıncı arkadaşlarını çağırıp “gelirken de cetvel getir” derlerse
cetvel geldiğinde tartışma sona erecek ve tahtanın boyunun 9 cm olduğu ortaya
çıkacaktır. Şayet cetvel gibi bir araç icat edilmiş olmasa bu bilgi bizim için
meçhul olarak kalacaktı.
Verdiğimiz iki örnekten hissemize düşen şu olmalıdır:
Birinci örneğimizde görülmüştür ki, bir bilgi alanında farklı fikirlerin mevcut
olması o bilgilerin hepsinin doğru olduğunu diğer bir söyleyişle kişiden kişiye
doğru cevaplar olabileceğini kanıtlamaz. İkinci örneğimiz de göstermiştir ki,
farklı bilgiler olan bir bilgi alanında nihaî sonuca ulaşılamıyor olması o
bilginin konusunun yokluğunu kanıtlamaz.
Şimdi verdiğimiz örnekleri “zevkler ve renkler” alanına
taşıyalım. İlk örneğimizi hatırlayarak onun üzerinden devam edelim: Bir sanat
galerisinde yan yana asılı duran beş adet resim olduğunu düşününüz. Bu sanat
galerisini ziyaret eden 100 ziyaretçiden en beğendikleri resmi ellerinde
bulunan forma işaretlemeleri istensin. Bu ziyaretçilerden 20 kişi birinci
resmi, 20 kişi ikinci resmi, 20 kişi üçüncü resmi, 20 kişi dördüncü resmi ve
nihayet 20 kişi beşinci resmi beğenmiş olsun. Böyle bir durumun ilk örneğimizden
farkı nedir? Elbette bu 100 kişinin birbirinden farklı hayat tecrübeleri,
birbirinden farklı fizyolojileri ve birbirinden farklı psikolojik durumları
olabilir. Ali’nin 1 numaralı tabloyu beğenmesi resimde yer alan evi
çocukluğunun geçtiği köy evine benzetmesinden ya da Veli’nin 2 numaralı tabloyu
beğenmesi galerinin girişinde içtiği gazozun etkisinden kaynaklanıyor olabilir.[1] (Gazozun bu denli etkisi olup olmayacağı başka bir bahis konusudur. Ha, gazozu bünyeniz kaldırmıyorsa da içmeyiverin!) Ancak bu
100 kişinin her birinin psikolojik, fizyolojik ve hayat tecrübesine dayanan
sapmalarını paranteze alsak, tamamen rasyonel düşünebilen tüm insanlık için
ideal bir üst insan tasarlasak bu üst insan hangi tabloyu seçerdi? O hâlde
beğenilerden yalnızca bir tanesinin doğru olduğu, diğerlerinin yanlış olduğu
iddia edilebilir. Yanlış değer yargısında bulunan yani yanlış tabloya güzel
diyen kişiler belki psikolojik ve fizyolojik faktörlerden veya estetik
bilgilerinin yetersizliğinden yanlış değerlendirmede bulunmuş olabilir. Ancak
bu onların fikirlerini doğru yapmaya yetmez ya da her fikrin, her beğeninin
eşit kıymette olduğu anlamına gelmez.
Yahut ikinci örneğimizi hatırlayarak düşünecek olursak
Aristoteles insanların tabiatı itibarıyla kimisinin efendi olmaya kimisininse
köle olmaya uygun yaratıldığını iddia ediyordu ve ahlâken iyi olanın efendi
tabiatlı olan insanı efendi yapmak, köle tabiatlı olan insanı köle yapmak
olduğunu iddia ediyordu. Rousseau ise köleliği insan ırkına yapılmış bir
hakaret olarak görüyordu ve insanların doğuştan eşit değere sahip olduklarını iddia
ediyordu. Birbiriyle çelişen bu iki görüşten hangisinin haklı olduğunu insan
aklı bulmaya muktedir değil midir? İnsan aklı bulmaya muktedir olamasa bile bu,
bu bilgilerden bir tanesinin doğru bir tanesinin yanlış olduğunu değiştirir mi?
Birbirine zıt olan iki iddianın her ikisinin de aynı anda doğru olması mantığa
aykırı değil midir?
Zevkler ve Renkler Nasıl Tartışılır?
“Bence” veya “bana göre” tabirleri günlük hayatta kullanılan
ve elbette kullanılması gereken tabirlerdir. Bu tabirler her şeyden önce bir
tevazu göstergesidir. Zira yukarıda ifade edildiği gibi nesnenin hakikatine
dair doğru bilgiye sahip olduğumuzu hiçbir zaman kesin olarak bilemeyiz ya da
en iyi ihtimalle bundan çoğu zaman emin olamayız. O hâlde insanların “bana göre
bir numaralı resim en güzelidir” demeleri “benim kısıtlı bilgim içerisinde bir
numaralı bilgi en güzelmiş gibi gözüküyor ancak belki de beni manipüle eden
şeyler var veya belki de bazı noktaları yanlış değerlendiriyorum o durumda
güzel olan resim bu değil de bir başkası olabilir” anlamına gelen daha kısa bir
ifadedir. “Bence” ve “bana göre” ifadelerinin kullanılması bilginin göreceli
olduğuna değil, öznenin bu konuda kısıtlı bilgisine vurgu yapmakta ve diyalog
imkânını korumaktadır. Bir kendinde şey/numen olarak nesne özünde tek bir
hakikate sahiptir ve bazen insan bu hakikati anlayamaz ve yanlış bir
değerlendirmede bulunabilir. Yanlış bir değerlendirmede bulunmak ayıp değildir,
doğrusunu hep birlikte bulabilmek için insanların zevklerini ve renkleri tartışmaları
gerekir[2].
Bir defa zevklerin ve renklerin tartışılması böyle bir dogma
ile engellenmese objektif estetik değerlerin ortaya çıkartılabilme ihtimali
vardır. Ancak bu engellemeleri aşarak tartışma yapmak çoğu zaman mümkün
olamamakta ve bu ihtimal tümden ortadan kalkmaktadır. En iyi ihtimalle bu çok
bilmişleri uzaklaştırana kadar çokça zaman ve emek israf olmaktadır. Bir diğer
husussa zevkleri ve renkleri tartışılmaz kılmanın demokrasi ve çoğulculuğa
katkı yaptığı iddiasıdır. Demokrasinin ve çoğulculuğun gereği farklılıkları
birbirinden izole hâle getirip diyalog imkânını ortadan kaldırmak olabilir mi?
Bilakis farklılıkların karşılaşması, kaynaşması ve tartışması, kurulacak
diyalektik ortamla eski bilgilerin aşılması (Aufhebung) daha doğru bilgilerin
ortaya çıkmasına imkân sağlar.
Tüm bunlardan sonra şunu da ifade etmek gerekiyor: İnsanlık
için değerler yalnızca estetik zevklerden yani “olmasa da olur”, “uzlaşılmasa
da olur” kabilinden değildir. Söz gelimi ahlâkî prensipler insanlığın ortak
yaşamı için temel toplum normlarıdır. Ahlâkî değerler alanında rölativizmin
hâkim olması toplum yaşamının bir arada devam edebilmesini oldukça güçleştirir
ve hatta ortadan kaldırır. Dolayısıyla insanlığın ahlâkî farklılıklara saygı
duymak yerine, ahlâkî prensiplere sahip olan insanlara saygı duymaları ve bu
insanlara saygının da bir gereği olarak yanlış ahlâkî prensipleri ve
yaklaşımları kınayarak doğru ahlâkî prensipleri dayatmaları gerekir[3].
(Burada “dayatmak” ifadesini
kullanıyoruz. Bu ifadenin amacı biraz espri ve biraz da retorik olarak
fikrimizin güçlülüğünün altını çizmektir. Yoksa dayatma yapılırken doğru
bilgiye yani ahlâkî hakikate sahip olmanın güçlüğü veya imkânsızlığı üzerine
sahip olunması gereken ve yazımızda yukarıda da yer alan şüpheyi unutmamız
gerekiyor. Her ne kadar “izah mizahı bozar” düsturuna aykırı düşse de kendi
çarpık ahlâkî yargılarını insanlara dayatan saldırgan zihniyetle aynı
doğrultuda gözükmemek için bu açıklamayı düşmek durumunda kaldık. Ancak şunu da
ayrıca izahın izahı kabilinden ifade etmemiz gerekiyor ki; başkasına zarar
vermemelisin gibi kategorik bir emri elbette dayatmak gerekiyor ve bu dayatmayı
yapabilmek için devlet, mahkeme, jandarma gibi kurumlara sahibiz.)
Her bir haksızlık içeriğinin karşılığı olan yaptırım farklıdır. Bir insanı öldüren ömür boyu hapis cezasıyla çarptırılır. Yerlere tüküren kişi idarî para cezasıyla cezalandırılır. Menfaat için alçaklık yapan kişiye selam verilip alınmaz. Dostlarına sırt çeviren, yola çıktığı arkadaşlarını yolda satan bir alçağı arkadaşları dışlar. Ancak yetmez: Sütlacın üstüne fındık değil de tarçın serpen kişiyle de -aşikâr bir hakikati inkâr etmenin cezası olarak- hakikati kabul edene kadar mücadele etmek, tartışmadan kaçmaya çalışırsa da damaksızlığına sövmek gerekir.
22.07.2024 /
Pirali
[1] Burada üzerine çalışmakta olduğumuz Yeni Kantçı bilgi felsefesi
tartışmalarına atıf yapıyoruz. Kısaca ifade etmek gerekirse: Büyük Alman
filozofu Immanuel Kant bilginin bir insandan bir de nesnelerden kaynaklanan iki
yönü olduğunu ortaya koymuştur. Kant’a göre fizik alandaki nesnelerin
hakikatini (ki o bunlara “numen” der) hiçbir zaman saf kendiliği içinde, kendi
kendine her ne ise o şekilde (“Ding an sich”) bilemeyiz. Nesneler bize her
zaman zihnin bilgi mekanizmalarından geçerek birer görünüş (“fenomen”) olarak
görünürler. O hâlde bilgilerimiz tamamıyla fenomenlerden ibarettir, diğer bir
söyleyişle fenomenler dışında bir bilgiye sahip olamayız. Kant’ı takip eden kimi düşünürler (Eduard von
Hartmann, Otto Liebmann, Friedrich Albert Lange gibi Yeni Kantçı öncüler ile
Dilthey gibi kimi Kara Avrupası düşünürleri) Kant’ın yukarıda yer alan bilgi
felsefesine “psikolojik” ve “fizyolojik” bir yorum getirmişler, fenomenal
bilginin insanın zihnî mekanizmasının bir ürünü olması dolayısıyla fizyolojik
ve psikolojik faktörlerden etkilendiğini iddia etmişlerdir. Ancak diğer bir
takım düşünür ise (özellikle Ortodoks Yeni Kantçılığı temsil eden Marburg ve
Güneybatı Okulu düşünürleri) Kant’ın evrensel bilginin temellerini ortaya
koymak projesine sahip olduğu gerekçesiyle psikolojist ve fizyolojist Kant
yorumlarını eleştirmişlerdir. Bu tartışmanın ayrıntıları da yazımızın maksadını
aşacaktır, arzu eden okurlarımız ismi geçen düşünürler üzerinden tartışmayı
takip edebilirler.
[2] Elbette bizim de “güzel”e ve diğer değerlere ilişkin “bence” ile başlayan
fikirlerimiz mevcut. Bu fikirlerimizi muhakkak yazmak istiyoruz. Ancak bu
konudaki fikirlerimizi inşallah bir başka blog yazısına erteliyoruz.
[3] Bu ifadelerimiz İoanna Kuçuradi’nin sözlerinden ilham almıştır. Kuçuradi mealen
şunları demektedir: “Fikirlere değil fikirlere sahip olan insanlara saygı
duyulur, saygının konusu insandır, yanlış fikirler saygının konusu değildir”.
Yorumlar
Yorum Gönder