KÖTÜLÜK PROBLEMİ VE İLK GÜNAH

Kötülük Problemi ve İlk Günah
Pirali Çağrı ŞENSOY 
(24.06.16)

Kötülük problemi bütün felsefî ekollerin üzerinde durdukları ve çözüm üretmek ihtiyacını hissettikleri bir sorun. Hatta belki de ahlak felsefesinin en temel sorusu… Varlıktaki kötülükler nereden geliyor? Tanrı “mutlak iyi”yse varlıktaki kötülüğü neden yarattı? Kötülüğü yaratmak ve mutlak iyi olmak çelişki içermiyor mu?
Kötülüğün nereden geldiğine dair LeibnizMetafizik Söylemler”de şöyle bir açıklama yapıyor: “Kötülüğün kökü hiçliktedir, yani yaratıkların yoksunluğunda ya da sınırlanmış oluşundadır.”[1]
Bu bakış açısı internette çokça dolaşan bir izletide Einstein’e istinat edilen “Nasıl sıcağın yokluğu soğuk ise, Tanrı sevgisinin olmaması kötülüktür” şeklindeki düşünceyle karıştırılmamalıdır. Çünkü o düşüncede Tanrı yalnız iyiliği yaratmış, kötülüğün yaratılmasını arzu etmemiş; Tanrı’nın iradesine mugayir olarak kötülük, iyiliğin yaratılmasından tevellüt etmiştir.  
Leibniz’in düşüncesindeyse kötülüğün kökeni, Tanrı’nın insanı “eksik” olarak, “yoksun” olarak yaratmasından kaynaklanmaktadır.
Bildiğiniz üzere Leibniz felsefede optimizm düşüncesi ile tanınır. “Yaratılabilecek evrenler arasından Tanrı en iyisini mi yarattı?” sorusuna “Optimum(en uygun) olanı yaratmıştır[2] demektedir. Aksi hâlde ya yaratılabilecek olanın en iyisini yaratmamış olacaktır, ki bu Tanrı’nın kötü bir usta/mimar/işçi olduğu manasına gelir; ya da en iyisini yaratmıştır, kabiliyeti bu kadarına yetmiştir, böylelikle evrende görülen aksilikler yine Tanrı’nın daha iyisini yaratmaya muktedir olmadığı kötülükler olarak karşımıza çıkacaktır. Hâlbuki Tanrı insanların iyiliği, evrenin iyiliği ve kendi “âlimun külli şey” oluşunun nihayeti olan optimum(en uygun) evreni yaratmış olmalıdır.
Bu düşüncelerden yola çıkarak, Leibniz, evrendeki kötülüğün kökenini insanın bu “optimum”luktan kaynaklanan yoksunluklarına bağlamaktadır.
İnsan yoksun ve eksik olmalıdır. Yoksunluktan ve eksiklikten münezzeh oluş Tanrılık sıfatıdır ve yalnızca Tanrı’ya ait olabilecek sıfatlardır. Tanrı kendiliğinden vardır, kendisinin sebebi ve tüm varlığın ilk sebebi olan mutlak hakikattir. Böylelikle eksiklik ve yokluk sıfatlarını kendi bünyesinden dışlamaktadır. İnsansa Tanrı olmadığı için bir takım eksiklikler ihtiva etmekte, ihtiyaçlar duymakta, ihtiyaçlarını giderme temayülüyle hareket etmektedir.
İnsanın hareketleri üzerinde ihtiyaçları ve eksiklikleri öncelikli etkendir. (Konuyla alakalı ayrıntılı tartışma için Locke’u[3] incelemekte yarar var.) İnsan artı değer(haz) edinme ihtimaliyle, eksi değeri(acıyı) giderme ihtimali arasında kaldığında önceliği eksi değeri giderme yönünde kullanmaktadır. İnsan eylemler için öncelik acının giderilmesidir.

Buraya kadar saydıklarımızı özetleyecek olursak;
1-      Yoksunluktan ve eksiklikten münezzeh olan yegane varlık Tanrı’dır.
2-      İnsan Tanrı değildir.
3-      İnsan eksik ve yoksundur.
4-      İnsanın eylemlerinde öncelik eksiklikleri ve acıyı gidermektir.
5-      İnsan eksikliği gidermek istemekte, dolayısıyla eksiksiz/yoksunluksuz olmak istemektedir.

Tüm bu saydıklarımızdan sizin de fark ettiğinizi sandığım sonuç “İnsanda Tanrılaşma arzusu ve temayül vardır”. İnsan bir takım sebeplerle –ki bu farklı bir tartışma konusu, ilk aklıma gelen Spinoza’nın ve tabii bizdeki Vahdet-i Vücutçu düşüncelerin söyledikleri gibi insanın Tanrı’nın tözünden yaratılmış, Farabi’nin tabiriyle sudur etmiş olması sebebiyle[4]- insan yoksunlukları gidermeye ve yoksunluktan münezzeh, sonsuz olmak istemektedir.
Tam bu noktada Kutsal Metinlerin ve Kitabullah’ınilk kötülük” olarak anlattıkları İnsan’ın(Adem’in) “yasak ağaçtan yeme” öyküsü akıllara gelmektedir.
Kitabullah şöyle demektedir: “Derken, şeytan ona şöyle diyerek vesvese verdi: ‘Ey Âdem! Sana, sonsuzluk ağacıyla eskimez, çökmez mülk ve saltanatı göstereyim mi?’ Nihayet, ikisi de ondan yediler. Bunun üzerine, çirkin yerleri kendilerine açıldı; üzerlerine cennet yapraklarından örtmeye başladılar. Âdem, Rabbine isyan etmiş, azmış, ziyana uğramıştı.” (Taha 20:120-121)
Tevrat’ın Yaratılış kitabında da Kur’an’a (kısmen, bahis konusunda) paralel bir anlatı vardır: “RAB Tanrı'nın yarattığı yabanıl hayvanların en kurnazı yılandı. Yılan kadına, ‘Tanrı gerçekten, Bahçedeki ağaçların hiçbirinin meyvesini yemeyin, dedi mi?’ diye sordu. Kadın, ‘Bahçedeki ağaçların meyvelerinden yiyebiliriz’ diye yanıtladı,  ‘Ama Tanrı, Bahçenin ortasındaki ağacın meyvesini yemeyin, ona dokunmayın; yoksa ölürsünüz, dedi.’  Yılan, ‘Kesinlikle ölmezsiniz’ dedi,  ‘Çünkü Tanrı biliyor ki, o ağacın meyvesini yediğinizde gözleriniz açılacak, iyiyle kötüyü bilerek Tanrı gibi olacaksınız.’  Kadın ağacın güzel, meyvesinin yemek için uygun ve bilgelik kazanmak için çekici olduğunu gördü. Meyveyi koparıp yedi. Yanındaki kocasına verdi. Kocası da yedi.  İkisinin de gözleri açıldı. Çıplak olduklarını anladılar. Bu yüzden incir yaprakları dikip kendilerine önlük yaptılar.”(Tevrat/Yaratılış 2:1-7)
İktibas edilen bölümler incelendiğinde görülecektir ki, “ilk günah” olarak anlatılan kıssada insan eksiklik ve yoksunluğunu gidermek, “eskimez, çökmez mülk ve saltanat”a kavuşmak için “sonsuzluk/ebediyet/el-huldi ağacı”na yönelmektedir. Bu Tanrı’ya karşı insanın ilk isyanı ve ilk günahıdır. İnsanın tarihi açısından ilk kötülüktür.
Zaten “kötülük” kavramı, irade problemiyle birlikte ele alınmalıdır. İradesi olmayan bir varlık için iyilik ve kötülük kavramlarının söz konusu olması düşünülemez. Söz gelimi bir insanın yemek ihtiyacı ve zaruret hâlleri dışında bir canlıyı öldürmesi “kötü” olarak değerlendirirken, bir köpeğin yemeyeceği hâlde bir kediyi boğmasını “kötü” olarak nitelendirmemekteyiz. Yine akıl hastalarının sonuçlarını anlama ve kavrama yeteneği olmadığı hâlde işledikleri bir fiilden dolayı cezalandırılmalarını adaletsiz buluruz. Tüm bu örnekler, kötülüğün ilk şartının irade yani kötü ile iyiyi ayırt etme kudreti olduğu göstermektedir.

Toparlanacak olursa, insan Tanrılaşma temayülündedir ve bu temayül onu günaha/kötülüğe sevk etmektedir. İnsan sonsuz yaşam istemekte, sonsuz mülk arzulamaktadır. Bu istek neticesinde tecavüz, hırsızlık, cinayet cürümleri işlenmektedir. Bu eylemler iradenin ve insanın eksikliklerinin neticesinde ortaya çıkan aşırılıklardır. İnsandan beklenense haddini(sınırlarını) dolayısıyla sınırlılığını bilmesidir.





[1] G. W. Leibniz – Metafizik Söylemler s. 102 (Arya Yayıncılık)
[2] G. W. Leibniz age s. 33
[3] J. Locke – İnsan Anlığı Üzerine Bir İnceleme s.190 (Kabalcı Yayınları)
[4] İlgili okumalar: Spinoza – Etika (Dost Yayınları), Farabî – Medinet’ul Fazıla (Kurtuba Yayınları)

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

MERKEZ VE ÇEVRE MÜCADELESİNDE TRABZON VE TRABZONSPOR

Yaşamak Üzerine Notlar: “Bu Hayatı Nasıl Yaşamak Gerekiyor” Sorusu Üzerine

İYİ/KÖTÜ VE DOĞRU/YANLIŞ KAVRAMLARININ KULLANIMI ÜZERİNE BİR NOT