TORPİL/REFERANS ÜZERİNE BİRKAÇ MÜLAHAZA
(Lüzumuna
binaen… DİKKAT! BU YAZI AĞIR SORUMLULUKLAR YÜKLER!)
Üniversite
hayatı sona yaklaştıkça mevzuular geleceğe yönelik tasarılara meylediyor. İster
istemez de yollar torpile (cafcaflı adıyla “referans”a) çıkıyor. Son birkaç
haftada torpille alakalı fikirlerim o kadar çok soruldu ki, bir yazı hâlinde
paylaşmak, istifadeye sunmak ihtiyacı hissettim.
Evvela
“torpil” denildiğinde ne anladığımı izah etmeliyim: Torpil denildiğinde
tanımadığı (veya tanıdığı) hâlde hak etmediği bir mevkie (velev ki hak etse
bile) sırf siyasal/dinî/felsefî ve sair saiklerle (yani liyakat ve ehliyetle
değil) bir kişinin atanmasına aracılık etmeyi anlıyorum. Dolayısıyla başarılı
bulduğu öğrencisini kendisine asistan yapan hocayı, hâkim-savcılık sınavında
adayın çevresinden “nasıl bir kişi olduğunu” soruşturulması için mahallesine/üniversitesine
sorulmasını torpil olarak değerlendirmiyorum. Torpilde siyasal/dinî/felsefî
saikler ağır basmakta, “referans” olan kişi bir siyasî parti
mensubu/milletvekili vesair olmaktadır.
Torpil
kul hakkıdır, toplumun huzur ve sükûnuna, kamunun düzenine aykırıdır;
demeyeceğim. Bunlar tamamiyle doğru, fakat benim bu konuya yaklaşım tarzım
değil. Bu tarz sosyal/içtimaî/objektif sebeplerden ziyade bir inanan teslim
olan kişi olarak sübjektif/kişisel sebeplerle torpil konusuna çok katı şekilde
yaklaşmaktayım.
Torpile
tevessül eden kişinin Allah’a iman etmediği kanaatindeyim. İbadetler insan için
zor külfetler değildir. Hele hele siyasal İslamcılık yapmak (bugünlerde kâr da
getiren) nefsi tatmin eden (siyaset nefsi tatmin eder) bir uğraş. İmanımız
nerede ortaya çıkacak? İşte tam da menfaatimize dokunan yerde belli olacak.
Cebimizde son lokmayı Kur’an’da anlatıldığı gibi “verene geri veririm” ayetine
iman ederek çıkartıp verebiliyor muyuz, yoksa Allah’ın sözünü tutacağından
kuşku mu duyuyoruz; iman tam olarak burada ortaya çıkıyor. Yine Allah’ın
çalışmamıza ve nihayetinde hakkımızda hayırlıysa duamıza icabet edeceğine dair
ahdine güveniyor muyuz, yoksa sadece kitaba inandığımızı söyleyip bir teolojik
fantezi mi yapıyoruz?
“Allah kuldan
razı olur, mesele Allah’tan razı olmaktır” derler düşünce dünyamızda. Nebi Bostancı
hocam (geçen yine aynı yazıya atıf yapmıştım) Mehmet Kaşifoğlu müstear adıyla
şöyle bir örnek anlatıyor: “Bir asma köprü düşünün. Kişi adımını atıyor, ayağını
kaldırıp bir basamağa adım attığında ayağını kaldırdığı basamak parçalanıp
uçuruma düşüyor. Böylece köprünün ortasına kadar geliyor. Geldiği bu noktada
basamaklar bitiyor. İleriye gidemiyor, basamak yok. Geriye de dönemiyor, arkada
basamak kalmamış.” İşte tam burada insanın iman sınavı başlıyor. Çünkü akıl “adım
atarsan uçuruma düşeceksin” diyor. Gönül ve tecrübe “hayır, buraya kadar geldin,
buradan sonra da adım atarsan yürüyerek devam edeceksin” der. Mesele tam bu
noktada Allah’a güvenerek adım atabilmektir.
Kıssadan
hissemiz: Kitabımız da “Allah her an yaratış hâlindedir” diyerek deistik bir Tanrı
tasavvurundan ayrılır. Yine Allah kitabında çalışmak ve dua etmek nihayetinde
arzularımızı nasip edeceğinin ahdini verir ve fakat belirtir ki “hayır
bildiklerinizde şer, şer bildiklerinizde hayır vardır; Allah bilir siz
bilemezsiniz”. Böyleyken kitaba inanan bir inananın torpile tevessül etmesi
bütün bu ayetlerle dinsel fantezi yaptığını fakat iman etmediğini ortaya
koymaktan başka bir şey değildir.
“Sen öyle
diyorsun, biz de Allah’a inanıyoruz ama torpilsiz de olmuyor!” Bu nasıl iman? Ben
öyle bir Allah’a inanıyorum ki, haklıya hakkını vermek için bütün bir dünyayı
baştan başa değiştirebilir. Allah’tan bahsederken karşısına koymaya cüret
ettiğimiz sefillere bir bakın! Devlet başkanıymış, hükumet başkanıymış, parti
başkanıymış falan! “Referansın var mı” diyenlere “öyle sağlam referansım var ki
tüm referanslarınız önünde eğiliyor” ve hatta “referansım referanslarınızın
hayatını elinde bulunduruyor” diyorum. Tanrı’nın istediği bir şeyi engellemek
cüretinde kim bulunabilir? Zaten biz Tanrı istediği hâlde bizim
giremeyeceğimizi düşündüğümüzden değil, kendimizin Tanrı’nın istediği kişi olduğumuza
kuşku duyduğumuzdan bu yola tevessül ediyoruz. İstiyoruz ki her şey hemen
olsun! İstiyoruz ki hiçbir zahmet çekmeyelim! İstiyoruz ki sırf Allah’a
inanmakla birlikte niteliksiz olduğumuz hâlde Allah bizi soksun! Fakat Allah
adaletsizlik yapmaz. Öyleyse Allah’ın yapmayacağı bu işi yaptıracak birisini
arıyoruz!
Peki ya
torpile bulaşmadığı hâlde giremeyenler? Allah “hayır nedir şer nedir Allah
bilir” diyor. Benim imanım “yeterliliğe sahip olduğum hâlde Allah beni
sokmuyorsa o hâlde hakkımda hayır değildir” şeklindedir. Bunu hayatımdaki
birçok sübjektif tecrübeyle de yakinen biliyorum. Hayatıma baktığımda öyle
müdahaleler olduğunu görüyorum ki; Allah’ın hiçbir zaman beni mahzun
bırakmadığını, hakkımda hep en hayırlısını verdiğini, benim dualarım doğrultusunda yaptığım
planlardan daha iyilerini yaparak bana yaşattığını görüyorum. Bunlar
sübjektif/kişisel tecrübelerdir. Bir kanıt olarak hiç kimse için bir anlam
ifade etmez. Fakat dönüp bakarsanız, kendi hayatınızda da benzer tecrübeler
olduğunu göreceğinize inanıyorum.
Hâl böyleyken –ki
ben istediğim kadroyu Allah için isterim, o vermiyorsa onun bileceği iştir-
ben
üzerime düşeni yapıp “liyakat” noktasında “en yetkin” olmaya gayret ederim.
Üzerime düşeni yaptıktan sonra Allah’ın vereceğinden zerre kuşku duymuyorum.
Olur da vermezse, benim için hazırladığı daha güzel/hayırlı planı uygulamak
için sabırsızlanırım.
İslam’ın
felsefesini, siyasetini yapmak kolaydır. Önüne sonuna bakmadan “idam isterük
Kur’an’da var” demek kolaydır. “Şeriat isterük, Müslüman idare isterük” lâf lâf
lâf… Peki, İslâm böyle bir konuda da aklınıza geliyor mu? Yoksa kılıf uydurup “din-i
mübîn-i İslâm’a hizmet içün torpil de yapılır” mı diyorsunuz! Allah’ı mı
kandıracaksınız?
Mesela,
yukarıda da dediğim gibi, “Allah’tan razı olmak” meselesidir. İnsanlara “bana
referans ol!” ya da “bizim oğlana referans ol!” diyorsunuz ve verdikleri
sözlere güvenip yapabileceklerine inanıyorsunuz da; Allah ahde vefasız mı,
yoksa yapma kabiliyetine mi sahip değil? İki referans çakışsa hangi referans
daha güçlü gelir? “Ben muhalifim o liste cumhurbaşkanının önüne gidiyor!”.
Allah listeler önüne gidenlerin tüm hayatına egemen bulunuyor, gitmemesini
sağlayacak kudrete de sahiptir!
Yine “herkes
torpil yapıyor, biz yapmazsak geride kalırız”. Herkes elbette torpil yapar.
Torpil Anadolu halkında zerre feraset olmadığının delillerinden bir tanesidir
zaten. Halk cahil, tembel, ahlaksız ve imansızdır. Velev ki torpil yapsalar,
Allah vermez değil, torpil yapana da verir. Verir fakat ondan hayır mı gelir,
şer mi gelir; onu da Allah bilir. “Kendi tehlikesi peşinden gider insan”.
“Köprüyü
geçene kadar ayıya dayı” dedirtmeyen bir imana sahibim. Ayıya dayı diyenlerin KHKlarla
çil çil döküldüğü bir gün yaşıyoruz bugün. (Tabii ki tüm ihraçlara suçlu
muamelesi yapmıyoruz, beraat-ı zimmet asıldır, fakat genel tablo bu!) Ahlaksızlık
ancak başka ahlaksızlıklarla temizlenebilir. Yalakalığı örtmek için başka
yalakalık yapmak, torpili örtmek için başka torpiller yapmak gerekir. Özgürlük
yalnız Allah’a kul olmakla ve ondan korkmak/onun himayesini kaybetme korkusuyla
titremekle mümkündür.
Bu tam da asma
köprüde boş basamağa adım atma işidir. Akıl “adım atarsam başarılı olamayacağım”
diyebilir, Allah “adım at ve geç, bas geç, evet” diyor. Allah’a güvenip iman
edebiliyor musunuz?
(Bu yazı son
sınıfa geçen bir öğrenci olarak kaleme alıyorum. Bundan bir yıl sonra Allah
nasip ederse akademisyen olmak üzere mülakatlara/sınavlara gideceğim. Kendime güveniyor,
hayırlısıysa Allah’ın vereceğinden en ufak bir kuşku duymuyorum. Olur da
kadroya giremezsem, yıllar geçmesine rağmen giremezsem (buradan konuşmak kolay)
ve o gün imanımda zayıflık olur torpile tevessül edersem şu yazıyı benim
suratıma çarpmayan size de yazıklar olsun!)
25.07.2017
Pirali
Çağrı ŞENSOY
Yorumlar
Yorum Gönder