Kayıtlar

2019 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

TÜRKÇÜLÜK DOKTRİNİN İNŞA VE İHYASI

Resim
Gerek yoğun meşguliyetler, gerekse –ve daha çok olarak da- tembellik sebebiyle uzun vakittir Tahtapod'ta yazmayı ihmâl ediyorum. Bu ihmalkârlığa nihayet vermek adına üzerine düşünmekte olduğum bir hususu ilgilerinize sunuyorum. Katıldığım birçok toplantıda muhataplarıma, dinlediğim konferanslarda da hatiplere şu suali yöneltiyorum: "Türkçülüğün bir tanımı var mıdır, sınırları belli midir"? Bu sualin henüz beni tatmin edecek bir cevabına rastlamadım. Kimileri "Türkçülük Türk milletini sevmek ve ona hizmet etmektir" diyor. Bu cevaba mukabil ben de "o hâlde Türk milletini seven, ona hizmet ettiği inancıyla, Türk milletinin huzur ve sükûnunu komünizmde gören bir kişi de Türkçüdür; öyle mi?" diyorum, hatta kanaatimizce bu tanıma göre Türkiye'de Türkçü olmayan kimse Kalmamaktadır. Hâlbuki bir tanım, mefhum her şeyden evvel ağyarına mani olmalı, sınırları çizilmiş / belirlenmiş olmalıdır. Var olmak, her şeyden evvel farklı olmaktır. Bir başka cevap ise, &

ÜSLUP ÜZERİNE BİR DERS / HATIRA VE PRENSİPLERİM

Resim
Anlatacağım hayatıma tesir eden anılardan birisi: Ortaokula giderken, bugün yaşını almış birçok ergenlerin hâlâ yaptığı üzere, fikirlerimi öteye beriye hakaret ve küfür ederek savunduğumu sanırdım. Bir keresinde, Youtube'de Hatırla Sevgili dizisinin bir bölümünün altında solcu ve Kürtçü insanlarla tartışırken aynı şekilde küfür ve hakaretlerle güya vatan kurtarıyordum. Hiç unutmuyorum, profilinde PKK'nın renkleri olan birisi bana "küfür ve hakaret söyleyecek şeyleri olmayanların başvurdukları yoldur, acziyetin göstergesidir" demişti. Müthiş bir ders! O gün bu gündür fikirlerimi küfür ve hakaretten ari olarak savunmaya gayret ederim. Bugün fikirlerimi akademik düzlemde savunabilecek raddeye geldiysem bu dersi almamın bunda payı vardır. (Umarım o kişi bana bu dersi vermesinin yüzü suyu hürmetine terör örgütünün ağından kurtulmuştur.) Tüm bunlarla birlikte, yalnızca küfür ve hakaret etmekten kendimi sakınmam, küfür ve hakaret edenlerle sohbet de etmem. Bu prensibin

BİR TAŞRALI HASTALIĞI: TEK TİPÇİLİK

Resim
BİR TAŞRALI HASTALIĞI: TEK TİPÇİLİK Türkiye’de tedavisi olmayan bir hastalık var: Hakikatin merkezine kendini koyma hastalığı. Bu hastalık bencillikten ve taşralı olmaktan kurtulamamaktan kaynaklanıyor. İnsanların kendi fikirlerine inanmaları, inandıklarını savunmaları doğal ve olması gereken bir şeydir. Fakat kendi fikrini hakikatin tek ölçüsü hâline getirmek, alternatif düşüncelerden cüzamdan kaçar gibi kaçmak bir taşralılık hastalığıdır. Taşralılık derken dünyaya kapalı olmayı kast ediyorum. Pekala İstanbul'un göbeğinde de taşralı olunabilir, Bayburt’un köyünde de medenî olunabilir. Taşralı, "mahalle"sinin fikrini mutlak kabul eden, dünyaya yabancı insandır. Bu hastalığın futbolda olması anlaşılabilir. Çünkü futbol tabiatıyla taraftarlıktır. Kişi bir takımı sever, destekler; yenilse de, hatalar yapsa da -belki eleştirir fakat- takımını desteklemeye devam eder. Ancak bu durum –memleketimizde yaygın olduğu üzere- din ve siyasette yaşanınca ortaya abes manzara

NOSTALJİ DUYGUSU ÜZERİNE

Resim
            Nostalji duygusu üzerine düşündüğüm konulardan bir tanesidir. İnsanlar neden geçmişlerindeki anılara sempati beslerler? Neden eskilerden gelen müzikler içimizde garip duygular yaratır? Çocukluğumuza, gençliğimize ilişkin bir nesne bizi eskilere götürür, ama bu yolculuk mutlu / huzurlu bir yolculuktur. Bu mutluluğun / huzurun kaynağı nedir?             Bu zamana kadar nostalji duygusunu Schopenhauer’dan esinlendiğim şöyle bir teoriyle izah ediyordum: İnsan süjesi / anlamlandıran ben, kendinden-şey bir varlık olarak, bugündedir. Benliğimiz şu andadır, anı yaşar. Geçmişe dönüp baktığımızda algılayan bende gerçekleşen eylem, zihne depo edilmiş bir takım verilerin algılayan ben tarafından algılanmasıdır. Şöyle ki, 2000 yılında çalan bir müzik hafızamızda depolanmıştır. Bu müziği dinlediğimiz 2000 yılındaki o anı tekrar “orada” olarak yaşamamız mümkün değildir. Ancak o andan aklımızda kalan ve zihnimize depo edilen izler hatırlama faaliyetiyle bugüne taşınır, bugünde bulun

TABU, PALU VE TOPLUM

Resim
            Yakın zamanda Türkiye’nin gündemini meşgul eden bir hadiseye şahit olduk. “Palu” soyismine sahip ailenin yaşadıkları Türk toplumu tarafından merakla takip edildi. Bu takibatın arkasındaki dürtü nedir? Böylesine şüyuu vukuundan beter hadislerin toplum huzurunda tartışılması neden toplumun ilgisini bu kadar çekmektedir?   Bu nevi sorular aklımı kurcaladı. Ben de düşündüklerimi, birbiri arasında bağlantı kurabildiklerimi bu başlık altında toplayarak görünür hâle getirmeyi hedefliyorum.             Palu ailesini Türkiye “Müge Anlı ile Tatlı Sert” isimli programda tanıdı [1] . Palu ailesinin yaşadıkları bu yazının kapsamında değildir. Programları izleme fırsatı bulamayan bir kişi olarak ayrıntılarına vakıf da değilim zaten. Ancak dışarıdan takip edebildiğim kadarıyla TCK 81 (kasten öldürme), TCK 86 (kasten yaralama), TCK 96 (eziyet), TCK 102 (cinsel saldırı), TCK 103 (cinsel istismar), TCK 106 (tehdit), TCK 108 (cebir), TCK 109 (kişiyi hürriyetinden yoksun kılma), TCK 157