TÜRK MİLLİYETÇİLİĞİ BATININ NE TARAFINDADIR?

 

Giriş

Bugün Medyascope'ta "Adını Koyalım" isimli programın 8 Haziran 2021 tarihli yayınını dinliyordum. Ruşen Çakır tarafından Kemal Can'a "Sen milliyetçilik konusunda özel olarak çalışan bir kişi olarak, şöyle bir perspektiften bakalım, Türkiye'deki milliyetçilik batıyı dışlayan bir milliyetçilik miydi, Türk milliyetçiliğinin perspektifi doğuya yönelsek daha iyi olur milliyetçiliği miydi (…)" şeklinde bir soru yöneltildi. Kemal Can tarafından bu soru -kabaca özetleyecek olursak- Cumhuriyet öncesi dönemde batı karşıtı bir milliyetçilik anlayışının mevcut olduğu, Cumhuriyet'ten sonraki dönemde ise milliyetçiliğin anti-komünist reaksiyonla batılı bir milliyetçilik anlayışına evrildiği şekilde izah edildi. Biz bu değerlendirmeye katılmıyoruz. Bu değerlendirmenin tahrikiyle -ve bahanesiyle- milliyetçilik yaklaşımımız üzerine bazı izahatlarda bulunmaya çalışacağız.

Bugün Türk milliyetçiliği İslamcılık ideolojisi tarafından kuşatılmış -veya hafif tabirle iç içe geçmiş- bir durumdadır. Bu sebeple İslamcılığın pek çok argümanı Türk milliyetçiliğinin argümanı sanılmakta, yine Türk milliyetçiliğinin kimi fikirleri de İslamcı bir perspektifte yeni -ve pek de milliyetçi sayılmayacak- bir hüviyet kazanmaktadır. Bunun sebeplerini sosyolojik veya siyasal olarak izah etmek elbette mümkündür. Ancak biz şu an için bununla ilgilenmeyeceğiz. Öncelikle milliyetçilik düşüncesinin köklerini araştıracak, daha sonra Türk milliyetçiliğinin referanslarıyla batı ile ilişkisini ortaya koymaya çalışacağız. Bu araştırmamızı yaparken de pratik halk nezdinde "milliyetçilik" olarak algılanan siyasal yaklaşımı değil de, teorik olarak Türk milliyetçiliğinin tarihî/ideolojik köklerini referans alacağız. (Bununla birlikte yazımız bir blog yazısıdır. Elbette bir blog yazısı olarak yazımızın üslubu ve formatı da buna uygun olacaktır.)

Milliyetçilik Düşüncesi

Modern anlamdaki milliyetçilik düşüncesi Rousseau'nun ve Fransız İhtilali'nin bir eseri olarak incelenir. Rousseau'ya göre toplum tarafından tek bir fert dışarıda bırakılmayacak şekilde genel irade meydana gelir. Genel irade tarafından yapılan bir "toplum sözleşmesiyle" birlikte devlet kurulur. Bu sözleşmenin temelinde birlikte yaşama iradesi ve karşılıklı sevgi yer almaktadır. Toplumun her bir ferdi bir diğerini sevmeli ve ona güvenmelidir ki gerektiğinde tüm değerlerini gözü arkada kalmayacak bir şekilde bırakıp toplum uğruna feda olmaya gidebilmelidir. Aksi hâlde birbirini sevmeyen, birbirinin malına "çökmek" için fırsat kollayan insanlardan oluşan bir toplumda kimse toplum için cepheye gitmek istemez ve nihayetinde malını, canını, ırzını korumaktan hem kendisi için hem de toplum için olumlu anlamda bir değer üretemez.

Rousseau'nun tahayyülündeki toplum anlayışı Fransız İhtilali'nde hayat buldu. Birbirini seven, "aynı" insanların yer aldığı bir "ulus/millî devlet" anlayışı ortaya çıktı. İhtilalden sonra genel iradeyi oluşturan her bir fert insan hakları noktasında bir diğeriyle eşitlendi. Saltanata karşı demokrasi, despotizme karşı liberalizm, egemen iradesine dayalı keyfî bir hukuk anlayışının yerine felsefî kökünü doğal hukuktan alan bir insan hakları anlayışı ortaya çıktı. Tüm bu anlayışlar milliyetçilik ve ulus devlet anlayışıyla aynı rahimden birlikte dünyaya geldiler. Bu itibarla demokrasi, liberalizm, doğal hukuk ve insan hakları ile milliyetçiliğin ikiz kardeşler olduklarını söylemek mümkündür.

Türk Milliyetçiliği Teorisi

Bizim düşünce serüvenimizde Türk milliyetçiliğinin nasıl ortaya çıktı herkesçe malumdur: Hasta adam siyasî bir buhran içerisine düşmüştür. Osmanlıcılık, İslamcılık gibi çeşitli siyasal teoriler siyasî buhranı çözmekte yeterli olamamıştır. Nihayetinde Türk milliyetçiliği anlayışı belki tarihî süreçte iyi bir zamanlamaya sahip olmasından kaynaklı, belki zamanın ruhu onu gerektirdiği için, belki de gerçekten kurtuluş için tek reçete olduğundan kurulan Türkiye Cumhuriyeti devletini pek çok yönden etkilemiş ve kurucu ideoloji hâline gelmiştir.

Türk milliyetçiliğinin kurucularından bir tanesi olan ve aynı zamanda Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucusu Atatürk'ün fikir babası olarak ifade edilen Ziya Gökalp'in Türk milliyetçiliği anlayışı incelendiğinde Rousseau'nun ve Fransız İhtilali'nin milliyetçilik anlayışıyla olan ilişkisi açık şekilde görülmektedir. Ziya Gökalp şiirlerinden bir tanesinde "Hükumet halkındır, sultanın değil. Ferman milletindir, divanın değil. Teşri, kaza, yargı her hak onundur! Taht onun, taç onun, toprak onundur!" demek suretiyle milliyetçilik anlayışını ifade etmiştir. Görüldüğü üzere Ziya Gökalp nezdinde Türk milliyetçiliğinin temsil ettiği anlayış devletçiliğe karşı milletçi, saltanata karşı demokrat, siyasal kuvvetleri halkın bir hakkı olarak gören bir anlayışa sahiptir. Yine Ziya Gökalp tarafından Türk milliyetçiliğinin ideali olarak "Türkleşmek, İslamlaşmak, Muasırlaşmak" belirlenmiştir. Ziya Gökalp bu anlayışı aynı isme sahip eserinde "Türk milletindenim, İslâm ümmetindenim, batı medeniyetindenim" parolasıyla Türk milliyetçiliğinin üç saç ayağına işaret etmek suretiyle dile getirmiştir. Bu anlayışa göre Türk milliyetçiliği hem İslam ümmetinden olmak hüviyetine sahip çıkmakta, hem de batı medeniyetine dahil olduğunu iddia etmektedir.

İslâm ve Millî Değerler Meselesi

Tam bu noktada akıllara İslam ümmetinden olmakla batı medeniyetine dahil olmak arasında bir çelişkinin mevcut olup olmadığı sorusu gelebilir. Esasında çelişki yoktur, zira İslâm düşüncesi batı medeniyetine ait bir düşüncedir. Her şeyden önce ortaya çıktığı coğrafya Hıristiyan ve Yahudilik gibi batılı sayılan dinlerle aynı coğrafyadır. İslam teolojik anlayışı itibariyle Hıristiyan ve Yahudilik dinlerinin bir devamı olduğu iddiasındadır. Üstelik ilk hicret Habeşistanlı Hıristiyanlara yapılmış, ilk İslam tecrübesi Medine'de Yahudilerle birlikte yaşanmıştır. Gerçekten de yapısı itibariyle İslam'ın doğunun dinî tecrübesindense batılı dinî tecrübeye daha yakın olduğu görülmektedir. Yine İslam felsefî düşüncesi tamamıyla Antik Yunan felsefî mirası üzerine oturmaktadır. Yapılan tercümelerle birlikte İslam düşüncesi batı felsefî mirasını özümsemiş ve kendi içinden çıkarttığı filozofların fikirleriyle batılı felsefe geleneğine katkıda bulunmuştur. Tıpkı dinî tecrübede olduğu gibi felsefî tecrübede de İslâm'ın -İslamcıların iddia ettiklerini veya olmasını istediklerinin aksine!- doğu medeniyetinden daha çok batı medeniyetine dahil olduğu görülmektedir.

Bugün kurucu metinlerimiz sayılırken batıyla ortak olacak şekilde Tevrat ve İncil'i, Aristo ve Platon'un felsefî metinlerini, Farabi ve İbn-i Sina gibi İslâm filozoflarını ve nihayet Toplum Sözleşmesi başta olmak üzere modern felsefe geleneğini saymak mümkündür. Bu itibarla Türk milleti ve İslam ümmetine mensup olduğumuz gibi batı medeniyetine de mensubuz.

Sonuç

Cumhuriyet'in kurulduğu siyasî konjonktürde iki fikrin çatıştığı görülmektedir. Bunlar İslâm dünyasının ve özellikle de Osmanlı'nın içine düştüğü karanlıktan kurtuluşun batılı değerlere sarılmak suretiyle mümkün olduğunu savunan batıcılık fikriyle, söz konusu sorunların temelinde İslâmî değerlerden uzaklaşmak olduğunu iddia ederek sorunların çözümünü İslâmî değerlere dönüşte bulan İslamcılık düşüncesiydi. Türk milliyetçiliği düşüncesi bu iki düşüncenin bir sentezini teşkil ediyordu. Hem İslâmî geleneksel değerlerden vazgeçmeyerek İslâm ümmetinden olduğumuzun tespitini yapıyor hem de batı medeniyeti içerisinde yer aldığımız iddiasıyla batılı değerlere ayak uydurmayı ve nihayetinde "muasır medeniyet seviyesine ulaşmayı" ülkü olarak benimsiyordu.

Türk milliyetçiliğinin bir asrı hayli aşkın tarihî tecrübesi içerisinde siyasî konjonktür veya sosyal gereklilikler sebebiyle bir sentezini teşkil ettiği İslam ve batı değerleri arasında pratik itibariyle kimi zaman farklı tercihlere ağırlık verdiği vakidir. Ancak teorik zemini itibariyle Türk milliyetçiliği Türk milletinden, İslâm ümmetinden ve batı medeniyetinden olduğunu iddia etmekte ve bu üç saç ayağının her birini aidiyet olarak benimsemektedir.

Başladığımız yere dönecek olur da sayın Çakır'ın sorusuna bizce cevap verecek olursak: Türk milliyetçiliği millî değerlere yabancılaşmadan demokratik, laik/seküler, liberal ve insan haklarına saygılı bir siyasî teorinin mümkün olduğunu savunmaktadır. Bu yönüyle Türk milliyetçiliği teorisinin zorunlu bir sonucu olarak, Türk milliyetçiliği "batı karşıtı" bir siyasetin tam aksine Türk milletinin batılı milletler ailesinin bir ferdi olduğunu düşünmektedir. Böylece batılı olmak Türk milliyetçiliği (veya Türk milliyetçilerine göre Türk milleti için) bir tercih meselesi değil, bilakis objektif bir vakıa olarak görülmektedir.

16/06/2021

Pirali Çağrı ŞENSOY

 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

MERKEZ VE ÇEVRE MÜCADELESİNDE TRABZON VE TRABZONSPOR

Yaşamak Üzerine Notlar: “Bu Hayatı Nasıl Yaşamak Gerekiyor” Sorusu Üzerine

Zevkler ve Renkler Tartışılır: Rölativizme/Göreceliliğe Eleştiri