Kayıtlar

2021 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

"YANLIŞLIKLA" AŞILAMA

Resim
  Bugün Twitter'da bir doktorun canlı yayındaki konuşmasını dehşetle dinledim. NTV televizyonunda yapılan bir röportajda Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Öğretim Üyesi bir Profesör tarafından " çocuklara kızamık ve hepatit aşısı yerine yanlışlıkla Covid aşısı yapıldığı ve bu aşının olumlu sonuçlar yarattığı, elde edilen verilerin yakında bilimsel yayın hâline getirileceği " ifade edildi. Her şeyden önce her aşılama -çoğu tıbbî müdahale gibi- tabiatı itibariyle kasten yaralama suçunun tipikliğini oluşturur. Kanunî tanımına göre bir başkasının vücuduna kasten acı veren kişi kasten yaralama suçunu işlemektedir. Ancak bir suçun tipikliğinin meydana gelmesi o eylemin hukuka aykırı olduğunu garantilemez. Böyle bir durumun gerçekleşmesi yani tipik eylemin hukuka uygun olması hâlinde artık eylem cezalandırılmaz. Çünkü fiil hukuka uygundur ve hukuka uygun olan bir eylem kınanmayı hak etmez. Çoğu tıbbî müdahale için de benzer bir durum söz konusudur. Tıbbî müdahalenin genişçe bir

VÜCUT DOKUNULMAZLIĞI HAKKI SINIRSIZ MIDIR

Resim
Yaşamakta olduğumuz pandemi öncelikle tıp ve biyoloji biliminin sahasına giren bir sorundur. Bununla birlikte medenî dünyada ve kurmuş olduğumuz düzende herhangi bir sorunun hukuktan bağımsız ele alınması da güçtür. Gerçekten de yakın dönemde pandemi bağlamında aşı zorunluluğu, test zorunluluğu, çeşitli kısıtlamalar gibi hukuk alanında değerlendirilebilecek konular çokça gündemimize gelmektedir. Daha önce de yazılarımızda ifade ettiğimiz üzere bir görüş toplum sağlığı açısından olağanüstü bir süreç yaşadığımızı, dolayısıyla şahsî hakların toplum sağlığı amacıyla sınırlandırılabileceğini savunurken diğer bir kısım görüşse böyle bir sınırlandırmayı kabul etmemektedir. Bu ikinci görüşe göre insan temel hak ve hürriyetleri, söz gelimi aşı bakımından vücut dokunulmazlığı hakkı, kişinin mahrem ve üzerinde tek başına söz sahibi olduğu bir tasarruf alanıdır. Bu alanda devletin herhangi bir gerekçeyle müdahale yetkisi olamaz. Bu iddia doğru mudur? Gerçekten iddia edildiği gibi vücut ve daha gen

TÜRK MİLLİYETÇİLİĞİ BATININ NE TARAFINDADIR?

Resim
  Giriş Bugün Medyascope'ta "Adını Koyalım" isimli programın 8 Haziran 2021 tarihli yayınını dinliyordum. Ruşen Çakır tarafından Kemal Can'a " Sen milliyetçilik konusunda özel olarak çalışan bir kişi olarak, şöyle bir perspektiften bakalım, Türkiye'deki milliyetçilik batıyı dışlayan bir milliyetçilik miydi, Türk milliyetçiliğinin perspektifi doğuya yönelsek daha iyi olur milliyetçiliği miydi (… )" şeklinde bir soru yöneltildi. Kemal Can tarafından bu soru - kabaca özetleyecek olursak - Cumhuriyet öncesi dönemde batı karşıtı bir milliyetçilik anlayışının mevcut olduğu, Cumhuriyet'ten sonraki dönemde ise milliyetçiliğin anti-komünist reaksiyonla batılı bir milliyetçilik anlayışına evrildiği şekilde izah edildi. Biz bu değerlendirmeye katılmıyoruz. Bu değerlendirmenin tahrikiyle -ve bahanesiyle- milliyetçilik yaklaşımımız üzerine bazı izahatlarda bulunmaya çalışacağız. Bugün Türk milliyetçiliği İslamcılık ideolojisi tarafından kuşatılmış -veya hafif

POSTMODERNİST BİR HASTALIK OLARAK: HADSİZLİK

Resim
Çoğu zaman ahlakî erdemlerin başı olarak haddini (sınırını, hududunu, yerini) bilmek ifade edilir. Gerçekten de gerek dinî kökenli öğretilerde gerek mistik anlayışlarda gerekse felsefede ahlakın kişinin kendisini tanımasıyla başlayacağı üzerinde durulur. Kendisini tanımayan, imkânlarını ve kabiliyetlerini bilmeyen kimse sınırını çizemez, nihayetinde çatışma kaçınılmaz olur. " Sosyal medya platformlarının ortaya çıkışı " günümüz tartışmalarında konunun daima bir şekilde gelip çattığı bir odak noktası olma özelliğini taşıyor. Böyle olması da çok normal zira bu platformlar hayat tecrübemize her alanda müthiş yenilikler getirdi. Bu yeniliklere bazen adapte olmakta zorluk yaşıyoruz, bazen bu yeniliklerden endişe duyuyoruz ve bazen de bu yenilikler bize bazı zararlar veriyor. Biraz düşünce tarihi… Orta Çağ'da insanlık hakikati keşfetmişti. Hakikat kutsal metinlerde yazanlar ile Yunan felsefesinin bir diyalektiğinden ibaretti. Öyleyse bir tartışmada argümanınızı kutsal kitab

İSTANBUL SÖZLEŞMESİ VE MERHAMET POLİTİKASI

Resim
  Yaklaşık bir haftadır yoğun bir siyasî gündem mevcut. Cuma'yı Cumartesi'ye bağlayan gece yayınlanan Resmî Gazete siyasal gündemimizi oldukça yoğun bir şekilde etkiledi. İstanbul Sözleşmesi'ne ilişkin cumhurbaşkanı kararı hem hukuk akademisinin, hem de siyasetin öncelikli gündem maddesi hâline geldi. Biz de bu hususta fikirlerimizi ifade etmek istiyorduk. Ancak akademik çalışmalarımız fikirlerimizi etraflıca ifade etmemiz için uygun zamanı bize bir türlü yaratmadı. Bugün yakaladığım kısa fırsatta bu husustaki acizane fikirlerimi kısaca ifade etmek istiyorum. İstanbul Sözleşmesi'nin içeriği elbette tartışılabilir. Yarar mı, zarar mı getirdiği; bizzat mevcut hükumetin öncülüğünde imzalandığı hâlde bugün neden recmedildiği siyasetin konusudur. Biz bu konuyu tartışmayacağız. Diğer taraftan, sözleşmenin iptaline ilişkin usul pozitif (yürürlükteki) hukuka uygun mu, değil mi tartışmaları hukuk akademisi içerisinde bir haftadır tartışılıyor ve çoğunluk görüşü usule aykırı bi

HAKSIZLIĞIN SUÇ OLMA SERÜVENİ

Resim
Yaşanan birtakım toplumsal olaylardan sonra söz konusu olayın faillerinin ceza almasına yönelik talepler çoğu zaman gündemimizi meşgul etmektedir. Son yıllarda Twitter'ın adete bir "Sosyal Medya Savcılığı" gibi çalışıyor olması bu toplumsal fenomeni bizim için daha görünür kılmıştır. O hâlde haksızlıkların nasıl cezai normlar hâline geldiklerinin serüvenine bir göz atmakta kanaatimizce yarar vardır. Suç bir haksızlıktır. Ceza ise bir tür kınamadır. Fakat her haksızlık bir suç teşkil eder mi? Tüm kınamalar cezaî kınama mıdır? Hukukun ve hususiyetle de suç ve cezanın anatomisi incelendiğinde suçların ve cezaların belirli bir süreçte olgunlaşarak birer hukuk enstrümanı hâline geldikleri görülmektedir. Kanaatimizce suçun tohumunu ahlakta bulmak mümkündür. Ahlak kabaca insanın ne şekilde davranması gerektiğini gösteren normlardır. (Norm, kendisini göre yargılama yapılan ölçüt anlamı taşıyan bir kelimedir.) O hâlde ahlakî normlar insanlara ne yapmaları gerektiğini gösteren,

AŞI TARTIŞMALARI VE İNSAN HAKLARI

Resim
Yaşadığımız çağ "insan hakları çağı" olarak ifade edilebilir. Gerçekten de bizden önceki nesillerin hayal edemeyeceği bir insan hakları anlayışına ve güvencesine sahibiz. "İnsan hakları" içinde yaşadığımız çağın temel meşruiyet kaynağı ve ekseni. Tüm siyasal, etik, felsefî ve sair tartışmalar bir şekilde insan haklarına temas ediyor. İnsan haklarının anlamı ve kapsamıysa hukukun tartışma konularından bir tanesini teşkil ediyor. İnsan hakları tanımlanırken evvela bir insanın doğuştan ve salt insan olmakla birlikte kazandığı bir hak olarak ifade edilir. Her insan, insan olmakla bu haklara kendiliğinden sahiptir. Mefhum-u muhalifiyle (tersinden okumayla) bu haklar insana bir otorite tarafından bahşedilmiş değildir. Bu haklar evrenseldir ve tüm insanların istisnasız olarak (iyisiyle kötüsüyle, siyahıyla beyazıyla, suçlusuyla masumuyla, katiliyle maktulüyle) sahip oldukları haklardır. Yine bu haklar bölünemezdir ve bir bütündür. Dahası bu haklar vazgeçilemezdir de… Söz